31 Ağustos 2010 Salı
Serkan Kırıntılı Fenerbahçe'de
Benim için yedek kaleci transferi şarttı, ancak kafamda bir liste yapsam en son sıraya Serkan'ı koyardım herhalde. Mesela Cenk'in performansını görünce ''Mert'in önüne kaleci alacaksa neden Cenk'i almadık?'' diye soruyor insan. Yine de hayırlısı olsun, Allah utandırmasın.
Bu arada Serkan sol kolu ile arkada ne saklıyor acaba?
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Biri Okan mı Dedi? Şimdi Reklamlar...
25 Kasım 2009
Link
Sahada kendisini bu seviyeye fazla gören bir topçu daha dikkatimi çekti. Milli Takım maçlarında da müthiş özgüveni ile göze çarpan Okan Alkan bugün Fenerbahçe'nin kağıt üzerindeki sağ bekiydi ama Dani Alves gibi sürekli ileriye çıkıp sağ ön oynayan oyuncuyu kendisinin yerine hapsetti.
Boyu kısa (1,70 imiş boyu) ancak sahada baya yer kaplıyor Okan. Fiziği gayet iyi. Hızlı, topla arası bek oyuncusuna göre çok iyi... Kısacası oldukça yetenekli. Ama söylediğim gibi kendisine olan güveni biraz başa bela açabilir cinsten. Öyle ki çoğu işi tek başına yapmaya çalışıyor, arkadaşlarını azarlıyor ve top gelmeyince oyuna küsüyor. Halletmesi gereken sadece bu konu var Okan'ın. Alves'e benzeyebilir ama henüz Alves değil. Hatta ve hatta Abdurrahman Dereli bile değil. Bu sıkıntıyı aşarsa hiçbir yerde yedek sağ bek aramasın Fenerbahçe çıkarsın koysun yedeğe, Gökhan'a birşey olursa çıkıp çatır çatır oynayacak gibi duruyor.
09 Aralık 2009 Çarşamba
Link
Okan mı?Kulağı çekilmiş gibiydi, birkaç pozisyon harici çok fazla sıkıntı yaratmadı geçen maçlra göre... Takımda yedek sağbek sıkıntısı varken devre arasında çıkartsınlar A Takıma. Evet şuan Gökhan Gönül'den iyi değil, forma almasını beklemek hayalcilik ama Türkiye'de ki çoğu sağbekten daha iyi. Ve Gökhan Gönül'den daha potansiyelli.
15 Ocak 2010 Cuma
Link
İkinci resimde top süren genç futbolcu Okan Alkan olur. Kendisinin en önemli özelliği kalıbından büyük bir yüreğe, cesarete , hırsa ve azime sahip olması . Ancak bunlar tabi ki A takıma çıkması için yeterli olgular değil. Bunların yanında ortalamanın çok üstünde bir hıza , iyi ile çok iyi arasında gösterilebilecek bir tekniğe sahip. Alves'in altyapı versiyonu dersek hatalı bir benzetme yapmayız kısaca... Bu müthiş potansiyelin sıkıntılı olduğu nokta ise kendine olan güveninin kimi zaman takıma zarar verebilmesi. Ancak bu törpülenir elbet...
Rıdvan Şimşek'i takip edenler için şimdiden söyleyeyim kendisi Rıdvan'dan daha extra bir yetenek. Rıdvan kadar iyi yaptığı ofansının yanında defansif olarak da Rıdvan'dan daha iyi seviyede ki bu da kendisini daha iyi yapıyor gözümde. Ama yinede nereye geleceğine kendisi karar verecek... Ancak kıyaslamayı bırakıp eldeki değerlerin vadettiklerine bakarsak 4 sene kadar sonra Gökhan Gönül ve Sabrileri tahtından indirecek iki tane taş gibi sağ bek oyuncusunun geldiğini söylememiz gerekir.
06 Temmuz 2010 Salı
Link
20 Temmuz 2010 Salı
Link
24 Ağustos 2010 Salı
Link
Yıllardır beklenen an gelmişken; sahada Fenerbahçe altyapısından 2 tane pırıl pırıl genç parlıyorken oturup Manisaspor maçına dair bir maç yazısı yazmak biraz gereksiz olur sanırım...
Aslında Okan'a dair birşeyler söylememde boş şu dakikadan sonra. Zira ben söyleyeceğimi neredeyse bir sene önce söylediğimden '' Şimdi reklamlar '' demeyi daha uygun buldum. Bu benim içinde çok hoş ve özel bir tecrübe oluyor, yıllar geçtikçe, Okan adını herkes ezberledikçe karalarız Okan'a dair satırlar. Anlatırız hikayesini...
Bundan daha muhteşem bir başlangıç olamazdı, daha fazla mutlu edemezdi sanırım taraftarını. Eh, haliyle beni de... Yemişim Manisaspor'unu, ligini; Okan geliyor değil , geldi artık ... Buralarda uzun zamandır kendisini öven , kendisinin çok büyük işler yapabileceğini söyleyen birisi olarak kendi adımada teşekkür ederim. Gerçi artık google a Okan Alkan yazdığında ''yerdenşutüsttenaut'' blogundaki resimlerinden önce başka resimler görecek, farklı tanıtımlar okuyacak hakkında ama olsun...
Yüreğine sağlık.
29 Ağustos 2010 Pazar
Kaptandan Al Mesajı
Sonuç güzel değişmesi gerekenler var ama zamanla onlarda değişecek yada bertaraf olacak. Gün sabırla destek günü.
27 Ağustos 2010 Cuma
Paok-Beşiktaş kardeşliği
Toumba Stadı'na varıldığında ise İstanbul'dan özel olarak getirtilen Atatürk pankartı PAOK kulübü tarafından görevlendirilen 'özel güvenlik' tarafından 'No Kemal no Atatürk' denilerek içeri alınmıyor..Akabinde de pankart bu özel görevliler tarafından ne yazık ki çiğneniyordu...
İlk maçtan sonra çarşaf çarşaf haberler yapıldı Yunanlıların pisliklerine dair. İçlerinde ise en can acıtanı ise buydu benim için...
Bu sebeple;birlik beraberliğimizi, tavrımızı ortaya koymamız açısından dün ki maç çok önemliydi. Ama Paok tribünlerinde gördüklerim karşısında şok olmadım desem yalan olur... Bir alttaki resme bakın, Paok forumlarından alınan...Bir de üstteki resimlere bakın.
Türkiye'nin iki büyüğü altında yıllarca ezilmiş , varoluş sebebi Fenerbahçe düşmanlığını yaşatmak olan Beşiktaş'ı bugüne kadar pek önemsemesemde arada blogda hakkında post attığım olurdu. Ama artık konuşmaya değecek bir yanını bulamıyorum. Resimlerde herşey ortada değil mi? Atatürk'ün Yunan çocuğu yoktu demişler Antu'da Atatürk'ü sahiplenenlere ithafen...Bir de şöyle bir arma tasarlamışlar ki cuk oturmuş bence:
Büyük değilsiniz. Muhattap hele hiç değil...
Şampiyonlar Ligi Gruplar
A ve B gruplarını beğendim. Güzel bir mücadele olacakgibi. Bursaspor ise daha güzel bir kura çekebilirdi ancak bu da hiç fena değil gibi.
26 Ağustos 2010 Perşembe
Formula 1'in Renkleri:1950'ler
Tamamen öznel ve taraflı olmak üzere, Formula 1 tarihinin en şık görünümlü araçlarını sizlerle 10'ar yıllık-ki İngilizler dikeyd derler- bölümlerle paylaşacağım. Araçların o yarıştaki farklı renkleri de olmak üzere aracın dış tasarımı tek ölçüt. Başarı veya başarısızlık zerre önemli değil şu değerlendirmede.
Her 10 yıl için aralarında herhangi bir sıralama olmadan 10 adet araç seçiyorum. Bu dizi de blogumuza hayırlı olsun.
Maserati 250F, 1958 Britanya GP, Silverstone, Carroll Shelby
Amerikan motorsporları efsanesinin İtalyan motorsporları efsanesi Maserati 250F ile buluşması.Aracın rengi, numaranın yazı tipi ve yerleşimi son derece şık.
BRM P25, 1959 Britanya GP, Aintree, Sir Stirling Moss
Sir Stirling Moss'un o zamanlar pek yaygın olan ülke renkleri yerine kullandığı daha uçuk Brawn GP'vari rengi dönemine göre çok ileride.
Ferrari Dino 246, 1958 Belçika GP, Spa-Francorchamps, Olivier Gendebien
İtalyan yarış rengi yerine, Ferrari'nin gerçek rengi olan sarının güzel bir kullanımı. Sarı Ferrari'lerden pek fazla bulamazsınız. Pilot Gendebien ise 2.Dünya Savaşı gazisi, Le Mans 24 Saat'i 4 kez kazanan bir başarı ve çok yönlülük abidesi.
Mercedes-Benz W196, 1954 İspanya GP, Pedralbes, Juan Manuel Fangio
Efsane araç, efsane pilot, çok şık renkler. Beyaz daire içine kırmızı numaralandırma günümüzün Mercedes GP'sinde de bulunuyor.
Maserati 250F, 1954 Fransa GP, Reims, Prince Birabongse Bhanudej Bhanubandh
Taylandlı Prens ile 250F listeye bir kez daha girmiş oluyor. Renkler ayrı güzel, 46 numarası ise ayrı güzel. Tekrar geçmiş olsun Valentino. Peki renkler nereden geliyor derseniz, mavi Kralın, sarı ise Kraliçenin kendi bayraklarının rengi. Bir de ilginç gereksiz bilgi: Tayland bayrağının epey benzediği Kosta Rika bayrağı, 1821-1823 arası tam da bu aracın renklerini taşıyordu.
Maserati 250F, 1958 Almanya GP, Nordschleife, Hans Hermann
Aracından fırlayıp yine de hayatta kaldığı 1959 AVUS kazasından tanıdığımız Hans Hermann, Almanya'nın orijinal renkleriyle 1950'lerde bile nostalji yapılabileceğini gösteriyor. Rivayet odur ki, Almanya'nın beyaz üzerine kırmızı rakamlı boyası ağırlık sınırında olan araçların uygun olması için kazınmış ve Gümüş Ok-Silberpfeilen- ortaya çıkmış. Resim her ne kadar siyah beyaz olsa da araç beyaz numaralar ise kırmızı. Hayalgücümüz hamlamadan biraz çalıştırmış oluruz.
Mercedes-Benz W196 Type Monza, 1954 Fransa GP, Reims, Juan Manuel Fangio
Tekerlekleri kapalı bir Formula 1 aracı yeterince radikal olsa da, aracın renkleri de yine muazzam. Beyaz daire zemini olmadan kullanılan fosforlu kırmızı-turuncu (ki ilginçtir, Mclaren Mercedes'in galibiyet turuncusuna da benziyor) numara ve marka ambleminin yine bu renkle işlenmiş olması ilgi çekici detaylar.
Cooper T40, 1955 Britanya GP, Aintree, Jack Brabham
Cooper'ın en sevdiğim, en sevimli şasisi bence. Kıvrımları, yuvarlak hatları gayet güzel. Boyası biraz sade belki ama yine de güzel bu araç. 3 kez dünya şampiyonu Brabham dönem için epey genç bir yaşta, 29'unda bu fotoğrafta.
Maserati 250F, 1958 Fas GP, Ain Diab, Masten Gregory
Yine bir 250F oldu, ancak bu Masten Gregory'nin öngörüsünü de ortaya çıkarıyor ayrıca. Benzer bir burun 60'lı yıllara geldiğimizde Ferrari tarafından 156'da kullanıldı, ki ayrıca severim onu..
Soldan sağa araçlar, #24 Wolfgang Seidel-Cooper, #24 Gerino Gerini-Maserati, #28 Sir Stirling Moss-Vanwall, #22 Masten Gregory-Maserati.
Cooper T51, 1959 Almanya GP, AVUS, Jack Brabham
Jack Brabham'ın 1 numarayı yaşıdığı AVUS yarışından. Aracın şekli ve arkadaki ufak kanatçık bu listeye girmeyi hakediyor.
Bir sonraki zaman durağımız 1960'lar olacak efenim.
By Mali SELIŞIK
Her 10 yıl için aralarında herhangi bir sıralama olmadan 10 adet araç seçiyorum. Bu dizi de blogumuza hayırlı olsun.
Maserati 250F, 1958 Britanya GP, Silverstone, Carroll Shelby
Amerikan motorsporları efsanesinin İtalyan motorsporları efsanesi Maserati 250F ile buluşması.Aracın rengi, numaranın yazı tipi ve yerleşimi son derece şık.
BRM P25, 1959 Britanya GP, Aintree, Sir Stirling Moss
Sir Stirling Moss'un o zamanlar pek yaygın olan ülke renkleri yerine kullandığı daha uçuk Brawn GP'vari rengi dönemine göre çok ileride.
Ferrari Dino 246, 1958 Belçika GP, Spa-Francorchamps, Olivier Gendebien
İtalyan yarış rengi yerine, Ferrari'nin gerçek rengi olan sarının güzel bir kullanımı. Sarı Ferrari'lerden pek fazla bulamazsınız. Pilot Gendebien ise 2.Dünya Savaşı gazisi, Le Mans 24 Saat'i 4 kez kazanan bir başarı ve çok yönlülük abidesi.
Mercedes-Benz W196, 1954 İspanya GP, Pedralbes, Juan Manuel Fangio
Efsane araç, efsane pilot, çok şık renkler. Beyaz daire içine kırmızı numaralandırma günümüzün Mercedes GP'sinde de bulunuyor.
Maserati 250F, 1954 Fransa GP, Reims, Prince Birabongse Bhanudej Bhanubandh
Taylandlı Prens ile 250F listeye bir kez daha girmiş oluyor. Renkler ayrı güzel, 46 numarası ise ayrı güzel. Tekrar geçmiş olsun Valentino. Peki renkler nereden geliyor derseniz, mavi Kralın, sarı ise Kraliçenin kendi bayraklarının rengi. Bir de ilginç gereksiz bilgi: Tayland bayrağının epey benzediği Kosta Rika bayrağı, 1821-1823 arası tam da bu aracın renklerini taşıyordu.
Maserati 250F, 1958 Almanya GP, Nordschleife, Hans Hermann
Aracından fırlayıp yine de hayatta kaldığı 1959 AVUS kazasından tanıdığımız Hans Hermann, Almanya'nın orijinal renkleriyle 1950'lerde bile nostalji yapılabileceğini gösteriyor. Rivayet odur ki, Almanya'nın beyaz üzerine kırmızı rakamlı boyası ağırlık sınırında olan araçların uygun olması için kazınmış ve Gümüş Ok-Silberpfeilen- ortaya çıkmış. Resim her ne kadar siyah beyaz olsa da araç beyaz numaralar ise kırmızı. Hayalgücümüz hamlamadan biraz çalıştırmış oluruz.
Mercedes-Benz W196 Type Monza, 1954 Fransa GP, Reims, Juan Manuel Fangio
Tekerlekleri kapalı bir Formula 1 aracı yeterince radikal olsa da, aracın renkleri de yine muazzam. Beyaz daire zemini olmadan kullanılan fosforlu kırmızı-turuncu (ki ilginçtir, Mclaren Mercedes'in galibiyet turuncusuna da benziyor) numara ve marka ambleminin yine bu renkle işlenmiş olması ilgi çekici detaylar.
Cooper T40, 1955 Britanya GP, Aintree, Jack Brabham
Cooper'ın en sevdiğim, en sevimli şasisi bence. Kıvrımları, yuvarlak hatları gayet güzel. Boyası biraz sade belki ama yine de güzel bu araç. 3 kez dünya şampiyonu Brabham dönem için epey genç bir yaşta, 29'unda bu fotoğrafta.
Maserati 250F, 1958 Fas GP, Ain Diab, Masten Gregory
Yine bir 250F oldu, ancak bu Masten Gregory'nin öngörüsünü de ortaya çıkarıyor ayrıca. Benzer bir burun 60'lı yıllara geldiğimizde Ferrari tarafından 156'da kullanıldı, ki ayrıca severim onu..
Soldan sağa araçlar, #24 Wolfgang Seidel-Cooper, #24 Gerino Gerini-Maserati, #28 Sir Stirling Moss-Vanwall, #22 Masten Gregory-Maserati.
Cooper T51, 1959 Almanya GP, AVUS, Jack Brabham
Jack Brabham'ın 1 numarayı yaşıdığı AVUS yarışından. Aracın şekli ve arkadaki ufak kanatçık bu listeye girmeyi hakediyor.
Bir sonraki zaman durağımız 1960'lar olacak efenim.
By Mali SELIŞIK
25 Ağustos 2010 Çarşamba
Das Dakar.
Volkswagen yeni tasarım yüzünü o yüzü epey kirletecek olan Race Touareg 3'te dahi kullanmış. İki şeritli ızgara ve kocaman VW logosunun yanında LED farlar da vazgeçilmez. Yakışmış.
Arkada ise stoplardaki ufak dokunuş bile bunun herhangi bir VW arazi aracı değil, bir Touareg olduğunu gösteriyor. Eskiden alttaki stoplar da yuvarlaktı.
Ta Güney Amerika'ya gideceğine bakmayın, tamponun altına bakarsanız araç Wolfsburg plakalı.
Arkadaki iki boyuna çıkıntı lastikleri saklıyor.
İçerisi çok teknolojik ve bir o kadar da dayanıklı. Bu kadar elektronik malzemeyi o şartlarda hayatta tutmak için havalandırma sisteminde epey ilerleme kaydedilmiş.
Bir diğer büyük iş de co-pilota düşüyor. GPS'ler, göstergeler, sıcak filan derken "Sizin işiniz de zor be abi..." kıvamına geliyor insan bakınca.
Bir ara Windows ekran koruyucularında borular vardı bitmek bilmeden dolaşırlardı, hatırladınız mı? Soğutma için bilgisayar karşısında düşünen VW mühendisinin ekran koruyucusunun devreye girmesi ile olaylar gelişmiş sanıyorum ki.
Volkswagen'in bize bir de bonusu var 2011 Dakar'da. Ortalığı karıştıracak olan Pick-Up sınıfındaki Amarok da bu yarışta boy gösterecek.
Eh, bize de "Das Dakar" izlemek düşer 2011'de o zaman.
By Mali SELIŞIK
24 Ağustos 2010 Salı
Fenerbahçe-Manisaspor A2 Müsabakası
Geçtiğimiz sezon bu satırlarda ismini çokça zikrettiğimiz oyuncuların sezon başı itibari ile profesyonel sözleşme imzalamasının mutluluğu ile yola koyulduk sezonun ilk A2 müsabakasını izlemek için. Bu sene, geçen sene bulduğum kadar fırsat bulamayacağımdan biraz hasta da olsam açılışı kaçırmamak istedim. Esasen Gökay, Okan, Hasan ve Berk ' in sadece derbilerde alt kademeye indireleceğini düşündüğümden takımın bir sezonun ardından ne derece aşama katettiğini, takımın diğer yetenekli oyuncularının ( başta Görkem ve İsmail ) sezona nasıl başlayacağını görme isteği Dereağzı tribünlerine attı bu sefer beni. Ancak başlama seramoniye yetiştiğimde Gökay ve diğerlerininde sahada olduğunu görünce ilgi birazda oraya kayıyor tabi. Yine de ilk hafta müsabakası olması sebebiyle geniş bir takım analizinden çok oyuncu bazlı değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.
Skor 1/1 olup oyunun büyük bölümü dengede gidince insan haliyle A2 takımında A takıma çıkacak kadar fark yaratan oyuncuların bu kategoride neden fark yaratamadığını sorguluyor. İlk önce bu konuya değinmek gerekirse A takıma çıkan oyuncuların oyun ve duruş olarak sahadaki çoğu oyuncudan ayrıldığını söylemek gerek. Örnek vermek gerekirse Berk Elitez geçen sezonda uzun sayılmayacak boyuna rağmen hava toplarında etkili , ikili mücadelelerden kaçınmayan bir karakter sergilerdi. Bu maçta gördüğüm kadarıyla A takım oyun karakterinden ziyade kendi karakterine etki etmiş. Zaten sahada duruşu itibari ile diğerlerinden ayrışan farklı tip bir oyuncu kendisi ancak daha üst kademeye layık görülmesi sebebiyle o duruş biraz daha sertleşmiş. Gördüğü kırmızı kartta bunun göstergesi olsa gerek. Ne olduğunu tam göremesem de Görkem Kulbay frikik atmaya hazırlanırken ceza sahasında itişip kakışırken oyuncuyu yere indirecek ne yaptıysa yardımcı hakemin ikazı sonucu direkt kırmızı ile oyundan atıldı. Bu da son üç senede yaptığı üç kademelik sıçrayış ve Milli Takımlarda aldığı gol krallıklarının etkisi olsa gerek. Ama tehlikeli bir durum olduğu ortada... Oyun ve fiziksel gelişim açısından bakarsakta birebir kaldığında daha fazla insiyatif kullanma eğiliminde olup fiziğinin ciddi manada epey kuvvetlendiğini hissettim. Hele gözümün önünde , kendi defansından şişirilen topa iki stoper arasında göğüsle çıkıp Drogba gibi kontrol etmesi bu konuda ciddi çalışmalar yaptığının ispatıdır. Ama yinede kulağını çekmesi gerekenler çekmeli... Profesyonel sözleşme sadece kağıt üstünde kalan bir sözleşme değildir. Oraya layık görülenler oraya layık davranışlar sergilemelidir diye düşünüyorum.
Takımın beraberlik golünü atan Hasan Erbey geçen sezon oynanan A2 müsabakalarında partneri olan oyuncuların oyun karakterleri sebebiyle dengeli olmaya, arkayı toplamaya mecbur kalıyordu. Yanındaki oyuncuların dengesizlikleri kimi zaman onunda basit hatalar yapmasına sebep oluyordu. Bugün gördüğüm Hasan Erbey ise yanında yine uzun ve genel olarak dengesiz bir stoper oynamasına rağmen geçen sezonun aksine ilk toplara basmaya çalıştı. Bunu yaparken kendine olan güveni kendisine adına hoş bir gelişme. Keza Hasan Erbey geçen sezonda sakin ve defansı toplayan bir görüntüdeydi ancak bugün bir ayrı geldi gözüme. Hantal oyuncuların klasik özelliği olan top şişirme hastalığı kendisinde zaten pek yoktu ama geçen tatil döneminin ardından ara sıra rastladığımız bu hastalıktan tamamen kurtulmuş olması sevindirici. A takımda klas savunmacılarla oynamak ona sezgi , sertlik ve en önemlisi kendine güven konusunda birşeyler katmış. Böyle devam ederse daha iyi yerlere geleceğini kestirmek güç değil.
Takımın geçen sezonki maestrosu Gökay, basit ve doğru tercihleri sebebiyle bir üst kademeye layık görülmüştü. Bugün onu sahada ilk gördüğümde bu basit tercihlerindeki değişim olup olmayacağı sorusu gelmişti aklıma ama Gökay kaldığı yerden devam ediyor. Oyun kafası itibari ile fark yaratacak meziyetlere sahip olduğundan, üst yapı tecrübesi ile daha fazla insiyatif alacağını, olayı daha fazla bireysel maharetlere dökeceğini tahmin ediyordum ki yanıldım. Gökay bildiğimiz oyun karakterini değiştirmeden, düz, basit ve faydalı oynama isteğindeydi bugün. Üst yapı idmanları fiziksel olarak Recep ya da Hasan'da ki kadar büyük değişimlere sebep olmasa da yediği kamplar sonucu temposunun epey iyi seviyede olduğunu söyleyebilirim. Daha güçlendiği taktirde bu değişmeyen oyun ve kendi karakteri ile onunda çok farklı bir kimliğe bürüneceğini düşünüyorum. Oyun disiplinine sadık kalması, sürekli yardımlaşması ise onun adına bahsedebileceğimiz başka güzellikler...
A takıma çıkmış oyuncular içinde son değerlendirmeyi ise Okan için yapalım. Kendisini izlemek gerçekten çok büyük keyif. Toprak sahadan bile kötü bir zeminde top kontrolleri ve topu sanki dümdüz zeminde sürüyormuş gibi sürmesi benim için günün en fazla dikkat çeken detayıydı. A takım haliyle onada kendine daha fazla güven getirmiş ki Okan bu konuda zaten yeterince dolu olduğundan bu güven biraz abartı boyutuna kaçmış gibi olsa da bir sağ bek oyuncusuna göre bu kadar meziyetli bir ismin sahada yaptıklarını , kendini gösterme isteğini ben yadırgamıyorum. Recep Berk'in saçma sapan bir şekilde atılmasından sonra sağ tarafı Murat Özer oyuna girene kadar tek başına kullandı ki Okan'ın tarafından tek bir tehlikeli atak gelmediği gibi neredeyse rakibin sol kanadını otoban yaptı. Çok çalışkan, çok istekli ve çok tehlikeli. Benim içinde hoş bir deneyim oluyor Okan'ı izlemek zira geçtiğimiz sezon kimi zamanlarda maç içinde çok kopuk olmasına rağmen ciddi bir çalışma periyodu ile oyuncunun neler kazanabileceğini çok güzel özetliyor. Bizde bu sebeple İsmail, Görkem ve Enis'i de kamplara götürün diye çokça yazacağız buralarda. Okan'ın kimi zamanlarda sesinin çok fazla çıkması önce kendisinin sonrada takım arkadaşlarının demoralize olmasına sebep oluyor, bu da düzeltilmesi gereken bir konu olarak not alınabilinir ancak sarfettiği efordan sonra dediğim gibi çok yadırgayamıyorum bunuda... Bildiğim birşey var ki memleketin en yetenekli, modern futbol sistemlerine en uygun iki tane beki varsa o ikiside Fenerbahçe'nin futbolcusu. Ötesini söylemek vakit kaybı, yeterince anlaşılırdır zaten...
Enis Gül her takıma lazım olan, sürekli arkadaşlarının yardımına koşan sert ve disiplinli bir ortasaha oyuncusu. Kendisi Uefa'ya verilen listede Uefa şartları sebebiyle yer bulmuş ki herhangi bir sıkıntı anında çok fazla tereddüt etmemem için bir sebep bu da. Her maç aynı çizgiyi korumak büyük meziyet ki Enis'in topla arasıda iyi sayılabilecek düzeyde. Takipteyiz.
Görkem Kulbay takımın fark yaratması gereken isimlerinden. Aslında yetenek bazlı bir değerlendirme yapsam kendisini ilk üçe dahi yazabilirim ama oyunda çok duygusalmış gibi bir izlenime kapılıyorum her defasında. Sahaya verebileceklerini verdiklerinden çok daha fazla oyuncu için bu bir dezavantaj. Ama bu sene ondan ciddi bir çıkış ve asist sayısında direkt etkinin duran toplardan olmamasını bekliyorum. Güçlü, teknik ve yaratıcı. Bugün yine çok kopuk oynasa da daha iyi olacağını düşünüyorum, bakalım beklentilerimizi karşılayabilecek mi?
Oyuncu bazlı son değerlendirmem yazının son paragrafı olacak. İsmail Aslan maçın farklı , göze hoş gelen oyuncularındandı. Sol ayağı gazete tabiri ile raket gibi, doğru görevler ve güven verilirse bu sezon A2 takımı için çok kilit bir rol oynayabilir. Mücadelesini, azmini tebrik ediyorum.
Menajeri Forlan , Aguero gibi ünlü oyuncuların menajeri olan Barış Yardımcı'yı bugün sahada göremedim. Hakkında bilgi aldığımda burada onuda paylaşırız. Yine Denizli'den '' Yerli Messi '' lakabı ile gelen Recep Niyaz'ı bugün Dereağzında göremediğimide belirteyim. Esasen kendi fotoğraflarımı kendim çekmiştim ama makinanın elimde kalması sebebiyle yine Fenerbahçe'nin resmi sitesi sağolsun diyorum. İlerleyen zamanlarda o resimleride paylaşırız artık.
Düzeltme: Recep Niyaz Milli Takımdaymış...
Trabzonspor Deplasmanının Ardından
Yerleştirilmeye çalışılan farklı bir düşünce, yaratılmaya çalışılan yeni bir Fenerbahçe varken olumsuz sonuçlardan sonra maç yazısı yazmak en zor şey. Bu sebeple küçük harflerle konuşmaya, akla her geleni söylememeye çalışıyorum. Ne derece başarabiliyoruz, işte orası muamma...
Kadrolar kanallara ulaştığında, bizde televizyonda gördüğümüzde epey şaşırdım. Daum'un çift forvet vb. ısrarlara karşı ders vermek adına takımı bile bile mağlubiyete terkettiği, Aragones'in klasik hamlelerinden cinnet eşiğine gelinen ortamda tercihler heyecan vericiydi. Gerçi birinci Daum zamanında böyle enteresan kadro tercihlerine çokça tanık olmuştuk, keza Zico'nun tüm takımı rotasyon yapmasına da. Ancak böylesine kilit mevkilerde oynayan vazgeçilmez oyuncuların değiştirilip takımın geri kalanına dokunulmaması az rastlanır durumdu. Ya hepsi değişirdi, ya hiç değişmezdi bugüne kadar. En azından eski antenörler tarafından...
Aykut Kocaman'ın maç sonu açıklamalarından da anlaşılacak olanı maç başında düşünmek zor olmasa gerek... Alex belirli yaşa gelmiş , tempo olarak zaten yerlerde olan bir oyuncu. Dahası son zamanlarda deplasman maçlarında sürekli kayıp. Stoch'da ise durum biraz daha farklı. Bana kalırsa bu maçta oynamasında herhangi bir engel yoktu ama belliki Paok maçı için yapılan planlarda Stoch'un çok önemli bir yeri var. Bir haftada üç maç oynamak kolay olmayacağı gibi Aykut hocanın dediği gibi Paok maçı telafisi olmayan bir maç. Kısacası Özer'in oynamasını da çok fazla yadırgamıyorum,.Tercihim Semih'i kesip Stoch'u oynatmak olsa da Semih'in de son dönemlerde formda olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, bu kadro tercihlerinde Aykut hoca kadar şartlarında etkili olduğu ortaya çıkıyor.
Şenol Güneş ülkenin güzel futbol adamlarından. Trabzonspor'un Young Boysvari bir oyun anlayışı ile sahaya çıktığı söyleyeceğim ancak bu oyun şekli Şenol Güneş'in geldiği ilk günden beri üç aşağı beş yukarı sahaya yansıyor Trabzonspor cephesinde. Yine önde bastılar, hızlı oynamaya çalıştılar ve bol pozisyon yarattılar. Böyle bir anlayışa sahipseniz kaybetsenizde zevk vermeyi beceriyorsunuz. Kendisini tebrik ediyorum.
Skor tabelası deplasmanda da olsa Trabzonspor mağlubiyetini gösterdiği zaman ertesi gün gazetelerde sütun doldurmak için sallanacak pek çok şey bulunur. Benim ise sadece iki husus dikkatimi çekti maçı izlerken... Birincisi saha parselleme konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor Fenerbahçe, top rakipteyken çalışılmış bir yerleşme planı olduğunu söylemek güç. İkincisi ise mağlup durumdayken gerek Paok gerek Trabzonspor maçında ciddi bir baskı kuramamak düşündürücü. Baskı kurulsa da büyük takım görüntüsünden uzak olmak... Fenerbahçe bu sonucu haketmiş-haketmemiş olabilir ancak geçmiş yıllarda ne kadar hantal bir oyun ortaya koysada maçın kimi periyotlarında rakibin top göremediği dahi olurdu. Şuan ise yedikleri gibi attıkları da rastlantı sonucu oluşmuş gibi, hücum setlerini bir kenara bırakırsak; kornerlerde dahi herhangi bir organizasyon göremedik. Bu konular ciddi düşünülmeli diye düşünüyorum.
Bunun yanında olumlu şeyler de yok değil. Aykut Kocaman'ın kağıt üstünde 4/4/2 olan takımının saha içinde kimi zamanlarda 4/1/2/1 ' e , kimi zamanlarda 4/1/3/2 ye dönmesi, sonrasında zorunluluktan dahi olsa Semih değişiklinden sonra 4/2/3/1'e dönen dizilişin yine Selçuk-Mehmet değişikliği ile 4/3/3'e dönmesi mesela... Birşeyler deneniyor, tek bir hamle ile oyun Fenerbahçe'nin tutturabileceği bir hale geliyor ki bunlar hoş detaylar. Bu denenen dizilişlerde oyunculara binen görevler daha net anlaşıldığı zaman daha da anlamlı olacaktır.
Maç sonu yorumlarında dinlediğim kadarıyla Emre'nin pasif kaldığı yönünde eleştiriler var ki ben buna son derece karşıyım ve bunu da olumlu bir detay olarak paylaşabilirim. Fenerbahçe adına sahada en fazla top kullanan ve pas yüzdesi olarak en başarılı olmuş oyuncu Emre iken, bir çok pozisyon Emre'nin dikine direkt pasları ile başlamışken söylenenleri anlamak güç. Keza Emre gibi Stoch ve Niang'ı da çok beğendim bugün. Kezman ve Guiza'dan sonra Niang'ı niteleyecek sıfat bulmak gerçekten çok güç. İki tane iri kıyım stoperi sırtına alması, havadan yeterince hakimiyet kurması, birebirde yapabileceklerinin bir kısmını göstermesi dikkat çekiciydi. Takıma alıştıkça çok daha iyi olacak.
Sahada futbol oynamak üzere bulunan iki takım olunca haliyle maçta çok fazla pozisyon ve bu sebeple bir çok kırılma anı oluyor. Yediği gollerde pek hata bulamadığım Mert'in penaltı kurtarması gibi... Bu anlarda kafamda hep '' Acaba oyun kırılmak için Alex'i mi bekliyor? '' sorusu canlandı. Ama nihayetinde yedek beklemeye hiç alışık olmayan Alex oyunun neresinden tutabileceğini seçene kadar maç bitti. Eh yarın ki tartışma konusu da koşmuyor diye eleştirilen, kesik yemesi söylenen Alex'in yedekten oyuna dahil olması olsun bari...
Böylesine sertlik ve mücadele dolu olan bir maçta oyuncuların arasında en ufak gerilim olmaması, en sert müdahalelerden sonra Emre Belözoğlu'nun alışılmışın dışına çıkması maça güzellik katan hususlardan biriydi. Üzücü olan tek şey ortada olan bir maçın kalecinin eline top değmeden bitmesi... Ama daha ikinci haftada olduğumuzu göz önünde bulundurarak puan kaybı yaşanan maçların gösterdiklerinin gelecek adına üç puandan daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Sahada mücadele eden oyuncuların tamamına teşekkürlerimi ileterek bitireyim postu...
Yarın bir aksilik olmazsa A2 maçından sonra görüşmek üzere.
Dipnot:Resimler alıntıdır.
Kadrolar kanallara ulaştığında, bizde televizyonda gördüğümüzde epey şaşırdım. Daum'un çift forvet vb. ısrarlara karşı ders vermek adına takımı bile bile mağlubiyete terkettiği, Aragones'in klasik hamlelerinden cinnet eşiğine gelinen ortamda tercihler heyecan vericiydi. Gerçi birinci Daum zamanında böyle enteresan kadro tercihlerine çokça tanık olmuştuk, keza Zico'nun tüm takımı rotasyon yapmasına da. Ancak böylesine kilit mevkilerde oynayan vazgeçilmez oyuncuların değiştirilip takımın geri kalanına dokunulmaması az rastlanır durumdu. Ya hepsi değişirdi, ya hiç değişmezdi bugüne kadar. En azından eski antenörler tarafından...
Aykut Kocaman'ın maç sonu açıklamalarından da anlaşılacak olanı maç başında düşünmek zor olmasa gerek... Alex belirli yaşa gelmiş , tempo olarak zaten yerlerde olan bir oyuncu. Dahası son zamanlarda deplasman maçlarında sürekli kayıp. Stoch'da ise durum biraz daha farklı. Bana kalırsa bu maçta oynamasında herhangi bir engel yoktu ama belliki Paok maçı için yapılan planlarda Stoch'un çok önemli bir yeri var. Bir haftada üç maç oynamak kolay olmayacağı gibi Aykut hocanın dediği gibi Paok maçı telafisi olmayan bir maç. Kısacası Özer'in oynamasını da çok fazla yadırgamıyorum,.Tercihim Semih'i kesip Stoch'u oynatmak olsa da Semih'in de son dönemlerde formda olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak, bu kadro tercihlerinde Aykut hoca kadar şartlarında etkili olduğu ortaya çıkıyor.
Şenol Güneş ülkenin güzel futbol adamlarından. Trabzonspor'un Young Boysvari bir oyun anlayışı ile sahaya çıktığı söyleyeceğim ancak bu oyun şekli Şenol Güneş'in geldiği ilk günden beri üç aşağı beş yukarı sahaya yansıyor Trabzonspor cephesinde. Yine önde bastılar, hızlı oynamaya çalıştılar ve bol pozisyon yarattılar. Böyle bir anlayışa sahipseniz kaybetsenizde zevk vermeyi beceriyorsunuz. Kendisini tebrik ediyorum.
Skor tabelası deplasmanda da olsa Trabzonspor mağlubiyetini gösterdiği zaman ertesi gün gazetelerde sütun doldurmak için sallanacak pek çok şey bulunur. Benim ise sadece iki husus dikkatimi çekti maçı izlerken... Birincisi saha parselleme konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor Fenerbahçe, top rakipteyken çalışılmış bir yerleşme planı olduğunu söylemek güç. İkincisi ise mağlup durumdayken gerek Paok gerek Trabzonspor maçında ciddi bir baskı kuramamak düşündürücü. Baskı kurulsa da büyük takım görüntüsünden uzak olmak... Fenerbahçe bu sonucu haketmiş-haketmemiş olabilir ancak geçmiş yıllarda ne kadar hantal bir oyun ortaya koysada maçın kimi periyotlarında rakibin top göremediği dahi olurdu. Şuan ise yedikleri gibi attıkları da rastlantı sonucu oluşmuş gibi, hücum setlerini bir kenara bırakırsak; kornerlerde dahi herhangi bir organizasyon göremedik. Bu konular ciddi düşünülmeli diye düşünüyorum.
Bunun yanında olumlu şeyler de yok değil. Aykut Kocaman'ın kağıt üstünde 4/4/2 olan takımının saha içinde kimi zamanlarda 4/1/2/1 ' e , kimi zamanlarda 4/1/3/2 ye dönmesi, sonrasında zorunluluktan dahi olsa Semih değişiklinden sonra 4/2/3/1'e dönen dizilişin yine Selçuk-Mehmet değişikliği ile 4/3/3'e dönmesi mesela... Birşeyler deneniyor, tek bir hamle ile oyun Fenerbahçe'nin tutturabileceği bir hale geliyor ki bunlar hoş detaylar. Bu denenen dizilişlerde oyunculara binen görevler daha net anlaşıldığı zaman daha da anlamlı olacaktır.
Maç sonu yorumlarında dinlediğim kadarıyla Emre'nin pasif kaldığı yönünde eleştiriler var ki ben buna son derece karşıyım ve bunu da olumlu bir detay olarak paylaşabilirim. Fenerbahçe adına sahada en fazla top kullanan ve pas yüzdesi olarak en başarılı olmuş oyuncu Emre iken, bir çok pozisyon Emre'nin dikine direkt pasları ile başlamışken söylenenleri anlamak güç. Keza Emre gibi Stoch ve Niang'ı da çok beğendim bugün. Kezman ve Guiza'dan sonra Niang'ı niteleyecek sıfat bulmak gerçekten çok güç. İki tane iri kıyım stoperi sırtına alması, havadan yeterince hakimiyet kurması, birebirde yapabileceklerinin bir kısmını göstermesi dikkat çekiciydi. Takıma alıştıkça çok daha iyi olacak.
Sahada futbol oynamak üzere bulunan iki takım olunca haliyle maçta çok fazla pozisyon ve bu sebeple bir çok kırılma anı oluyor. Yediği gollerde pek hata bulamadığım Mert'in penaltı kurtarması gibi... Bu anlarda kafamda hep '' Acaba oyun kırılmak için Alex'i mi bekliyor? '' sorusu canlandı. Ama nihayetinde yedek beklemeye hiç alışık olmayan Alex oyunun neresinden tutabileceğini seçene kadar maç bitti. Eh yarın ki tartışma konusu da koşmuyor diye eleştirilen, kesik yemesi söylenen Alex'in yedekten oyuna dahil olması olsun bari...
Böylesine sertlik ve mücadele dolu olan bir maçta oyuncuların arasında en ufak gerilim olmaması, en sert müdahalelerden sonra Emre Belözoğlu'nun alışılmışın dışına çıkması maça güzellik katan hususlardan biriydi. Üzücü olan tek şey ortada olan bir maçın kalecinin eline top değmeden bitmesi... Ama daha ikinci haftada olduğumuzu göz önünde bulundurarak puan kaybı yaşanan maçların gösterdiklerinin gelecek adına üç puandan daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Sahada mücadele eden oyuncuların tamamına teşekkürlerimi ileterek bitireyim postu...
Yarın bir aksilik olmazsa A2 maçından sonra görüşmek üzere.
Dipnot:Resimler alıntıdır.
Etiketler:
Alex De souza,
Aykut Kocaman,
Cristian Baroni,
Fenerbahçe,
Mehmet Topuz,
Mert Fehmi günok,
Miroslav Stoch,
Özer Hurmacı,
süper lig 2. hafta müsabakası,
şenol güneş,
Trabzonspor
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)