13 Ekim 2012 Cumartesi

Türkiye-Romanya Maçının Ardından

Almanya'ya kaybettiğimiz maçtan sonra şu satırları karalamışız;

''Hiddink belki bugün çok kötü günündedir, çok kötü kadro çıkarmıştır... Dersine iyi çalışmamıştır... Baştan sona rezalet bir hazırlanma periyodunun ardından sınavda 0'ı çakmışızdır Milli Takım olarak... Ancak bizim çözülmesi gereken problemimiz kadroda olması gereken Fenerbahçe'li futbolcular değil. Servet, Sabri,Selçuk Şahin, Hakan Balta değil. Burak Yılmaz değil. Anadolu'dan adam alınmaması hiç değil...
Bu Milli Takım Dünya 3.sü oldu... Antrenörü kötü giyiniyor, konuşamıyor diye eleştirildi. O antrenör geçtiğimiz üç senede 1 Türkiye kupası aldı, 1 kez takımını şampiyonluğa oynattı. Bizim kazmanın alası dediğimiz Serkan Balcı ile, kütük Burak Yılmaz ile mücadele ederek yaptı bunu. Onları yıldız yaparak...
Bu ülkede bir takım Metalist Kharkiv'e elendi. Elenen hoca suçlunun ta kendisi olduğu için kovuldu. Ve Bursa'da şampiyon oldu.

Bu ülkenin Uefa ve Süper Kupa sahibi takımı Tromsolara elendi, Helsinborglara yenildi.

Bu ülkenin şampiyonu şampiyonlar liginde 0 çekti.

Ve yine bu ülkenin Milli Takımı Dünya 3. olduktan sonra baraj maçlarında Letonya'ya elendi...


Dolayısı ile biz aynaya bakmadıkça, Beckenbauer kadar cesur hareket edemedikçe bugün Sabri ile Hiddink olur günah keçisi yarın ise Selçuk Şahin... Bizim medyamız Arda vs. Messi demeye devam ettikçe biz daha çok küfrederiz Mesut'un Alman Milli Takımını seçmesine... Çünkü biz kendimize sormayız '' Neden bu adamı biz yetiştiremiyoruz '' diye... Aynen Hamit Altıntop ya da Nuri Şahin'in klup performanslarının Milli Takıma göre neden ve nasıl bu kadar iyi olduğunu ya da kısaca bu adamların Milli Takımda neden yapamadıklarını soramadığımız gibi... Ve ya sorarız, '' paragöz i*neler, Milli Takımı sallamıyorlar klup takımı kadar '' deriz. Arda'nın Galatasaray'da Atletico'da oynadığının yarısını oynaYAmadığını da görmeyiz, görsek de yine Arda'ya kızarız.
Hakem kötüydü, Ahmet gününde değildi, Mustafa kazmanın teki, biz çok iyiyiz ancak Mehmet s*çtı batırdı, bundan yenildik... Rakip hiç iyi değildi. Ya da biz hiç kötü değildik...

Dün facebookta Neslihan'a smaç servis atmayı öğreten ondan önceki gün Ersan İlyasova'ya 3lük atmayı öğretiyordu. Bugün ise Sabri'ye orta yapmayı.

Dün facebookta voleybol antrenörüne sallayan ondan önceki gün Orhun Ene'ye küfrediyordu. Bugün ise Hiddink'e...
Acı gerçeğimiz budur. Biz değişmedikçe, biz herşeyi bilmedikçe, biz yeteneklerimiz doğrultusunda yapacağımızın en iyisini yapma gayreti göstermedikçe... '' Coşkulu ve istekli takım '' gibi saçma sapan bir sıfat ile kendimizi, bizden aslında bir halt olmayacağını açık etmemeye karar vermedikçe. Hiddink yetmez Mourinho olsun diyorum ben. Sabri yetmez, Xavi Hernandez olsun. ''

Bu sefer rakip Romanya idi ancak senaryo aynı. Elbet gelen eleştiriler de...

Daha fazla söze gerek yok bence. Nitekim herşey ortada. Abdullah gitsin, Mourinho gelsin. Şimdiden söyleyelim ama, Mourinho geldikten 3 maç sonra da Mourinho gitsin. Birileri gelir elbet...

28 Eylül 2012 Cuma

Fenerbahçe-Karşıyaka A2 Maçının Ardından

Sol açıktan akın akın geliyordu. İlk yarıda rakip defansı bayıltarak boş kaleye yuvarladığı  top onu kesmemişti. Boleslavlı savunmacılar çaresizdi...Zira karşılarında aklı ayakları ve bedeninden daha hızlı bir adam vardı. Şöyle bir baktı... Defans oyuncusunun arkasındaki kalecinin yerini kesiyordu... Ölçüyor derken defans oyuncusunu geçmeye dahi girişmeden kalecinin soluna yuvarladı topu. Direk dibine. Maç 4-0 olmuştu. Ama sahada skordan daha güzel birşey vardı parçalılar için. '' Ben buradayım. '' diyordu. Tam o an Ribery'i yok pahasına kaybetmenin hüznü Arda'nın ayaklarında kayboluyordu parçalı severler için. Bir yandan rakip savunmacıları bağlıyordu birbirine... Bir yandan da sınırı olmadığını gösteriyordu. Bordeaux maçında rakibine attığı kafada da bir yıldızlık vardı; basın karşısındaki gevşek tutumlarında da... O oradaydı. Ve adım adım büyüyordu...

Kimi futbolcular vardır. Belki çok fazla skor üretmezler ve sahada gözükmezler ancak takımları için çok önemli parçalardır. Onlar olmadan da olabilir ancak onlar varken daha iyidir herşey. Yardımcı oyuncu olmak için doğmuşlardır. Kimisi rolünü bir türlü benimseyemez ve zamanla başrole kadar yükselir. Ama bu başarı hikayeleri bile '' başrol için doğmuş olanlar '' kadar ilgi çekici değildir. Arda gibidir başrol için doğmuş olanlar.   Yaşı ya da tecrübesi ne olursa olsun sahada farklı bir tat verirler. Bazen ilk resmi maçında gol atma şansına sahiptirler ama çoğunlukla zamanla gelişim katederler. Ve bu gelişimleri esnasında ne kadar formsuz olsalar da sahada dikkat çekmeyi başarırlar. '' Şu 16 numarayı görüyor musun? Ne kadar farklı duruyor sahada diğerlerinden '' dedirtirler en alakasız pasında bile.

Bugün oyuna girdiği dakikadan itibaren '' alakasız '' diye nitelendirebileceğimiz hiç bir icraati olmadı Beykan'ın. Bilakis her hareketi akıl, yetenek ve yıldızlık kokuyordu. Top ayağında iken konsantrasyonu ve isteği yeterli seviyede ise topu almak imkansız gibiydi ancak bunlar olmasa dahi topu ayağından almak epey zor 95 doğumlu A Takım adayının. Aslında geçtiğimiz sezonlarda A Takıma alınmasını beklediğim bir isimdi Beykan, zira 3 senedir A2 takımda ki bu da yaklaşık 14-15 yaşlarından itibaren burada olduğu anlamına geliyor. Beklenilen bir türlü gerçekleşmemesine karşılık Beykan bu yolda ilerlemekte ne kadar kararlı olduğunu bir kez daha gösterdi bugün. Üst yapıya dahil olmak isteyen oyuncuların buralarda ciddi farklar yaratması gerektiğini düşünen birisi olarak oyunda kaldığı neredeyse yarım saatte verdikleri ile mest etti izleyenleri. İki sene önce bağladığı dört stoper maç sonunda hala çözülemezken kendisine '' Messi golü attın '' diyen arkadaşına '' aa, böyle gol atabilen başkalarıda mı var '' demesi de farklı, bugün ipe dizdiği 3. oyuncunun dayanamayıp kendisini biçmesi sonrasında sahada onu kovalaması da... Keza oyuna girer girmez yaptığı inceden sonra biçilmesine pis pis sırıtarak karşılık vermesi de...Gökay abisi gibi çok iyi bir yardımcı oyuncu adayı değil kesinlikle Beykan. Bilakis Recep Niyaz gibi katıksız bir yıldız adayı. Okan Alkan gibi farklı  meziyetlere sahip ancak bunun yanında saha görüşü Gökay gibi... Yaşına rağmen gücü ve sahada soyunduğu rol böyle yazdırıyor işte kendisini... Ek olarak 1,78 olan boyuna rağmen çok iyi bir hava hakimiyetine sahip Beykan ki adam geçme özelliğinden filan bahsetmiyorum bile. Bugün hem '' getiren '' hem de '' bitiren '' rollerini çok iyi oynadı. Böyle devam etmesini umut ediyorum. Eminim onu kuşbakışı izleyen Aykut Kocaman' da böyle düşünüyordur.

Biraz da maça değinmek gerekirse...A2 takımı İsmail Aslan, Gökay, Okan, Berk Elitez, Hasan Erbey, Görkem Kulbay'ın olduğu takım kadar potansiyelli değil ancak kesinlikle daha takım gibiler. Bunda hocanın payı da önemli gibi. 96 doğumlu Aziz Ceylan'ı maç boyunca kenardan teşvik eden ve istisnasız her golde oyuncuların büyük bir mutlulukla kucağına zıpladıkları hoca bir an bile yerine oturmadı. Stoper Koray Gülsüm, ortasaha Oğuz Mataracı ve iki gol atan Eren Yeniçeri'nin gelişimleri izlenmeye değer. Tabi 16'lık Aziz Ceylan'da... Henüz bu seviyeye tam oturmuş bir görüntü çizmese de pas kanallarına yaptığı koşular ve santrafor hareketleri ( ön direk koşusu gösterip arkadan skor üretmek gibi ) ilgi çekici Aziz'in. U14 takımından beridir kendisini izlediğim için üstüne koyarak devam edeceğinden şüphem yok. Umarım hepsi için sakatlıksız bir sezon olur ve 2-3 senedir kaydettikleri hızlı gelişime devam ederler.

Karşıyaka'ya dair de birşeyler yazmak isterdim ancak epey vasat bir takım Karşıyaka A2 takımı. Bakalım, belki Perşembe günü Manchester City maçında hakkında birşeyler yazdıracak oyuncu olur rakipte... Beykan'ı daha fazla zorlayacak oyuncular...

Manchester City maçından sonra görüşmek üzere.

25 Eylül 2012 Salı

Dereağzında Altyapı Haftası

Bu hafta sonu sözünü verdiğimiz gibi Dereağzı yolundaydık. U16 ve U17 takımlarının Galatasaray derbilerini izleyip buraya birşeyler karalamak niyetinde idik. Gerek Fenerbahçe'nin dolu gündemi gerekse fırsat bulamamamdan dolayı birkaç gün geçti üstünden ancak yine de önemli gördüğüm birtakım detayları paylaşmak istedim.

Öncelikle U16 takımı çıktı sahaya. Gelecek vadeden önemli bir takım U16 takımı. Mehmet Eray Karadağ, Tarık Çalışkan, Muhammed Samet Karakoç, Tugay Anavatan gibi yetenekli oyunculara sahip. Nitekim bu oyunculardan Tarık Çalışkan iki tane gol atarak dikkatleri üzerine çekti. Ancak asıl üçüncü golde Muhammed Samet'in attığı olağanüstü pas görülmeye değerdi. Rakip yarısahanın sol bölümünden cezasahasının sağ iç tarafına sağ açık oyuncusunun koşu alanına öyle bir top indirdi ki görülmeye değerdi. Bu maçta dikkatimi çeken yetenekli açık oyuncusu Çihan Kasımoğlu'da oyun boyunca vadettiklerine yakışır şekilde bitirdi pozisyonu. İlk yarı sonunda tabela oyun temposundan daha süratli şekilde Fenerbahçe lehine şekillendi. İkinci yarı 3-0'a gelen oyunun daha büyük bir farka taşınacağını düşünüyordum ancak o sırada sahada açık bir şekilde sırıtan Galatasaray'ın açık oyuncusu Doğuş Can İncedere çıktı. Sağ açıktan aldığı topu slalomlarla bitirdi. Galatasaray oyuna tutunacaksa o ve Galatasaray'ın 8 numaralı oyuncusu Birhan Vatansever fark yaratmalıydı ki ikinci yarı ikisi de epey hareketli ve tehlikeli oldular. Ancak karşılarında da iyi bir grup olduğundan oyun 3-2 Fenerbahçe'nin üstünlüğü ile sonuçlandı. Galatasaray'dan Birhan ve Doğuş Can, Fenerbahçe'den ise Çihan , Muhammed Samet ve Tarık Çalışkan sahada diğer oyunculardan daha dominant bir oyun sergilediler. Özellikle Muhammed'in epey özel bir oyuncu olduğunu vurgulamakta fayda var. Keza Galatasaray'dan Birhan'ın oturmuş fiziksel yapısı ve oyun görüşü ile fark yarattığını söylemek mümkün. Sol açık Doğuş Can'da topla ne kadar iyi ve etkileyici ise fiziksel olarak da o kadar zayıf duruyor sahada. Ancak doğru bir yükleme programı ile daha iyi yerlere gelebileceği açık.

Maç boyunca tribünlerde saçma sapan, bu kademede olmaması gereken tartışmalar ve küfürleşmeler yaşandı. Muhtemelen sosyal medyada antrenörcülük oynayan tiplerin saha içinde Galatasaraylı oyunculara ettiği küfürler  tiksinti verici idi. Bunun yanında Galatasaray U16 takımının 4 numarası Umut Yavaş'ın da öncelikle Pascal Nouma hareketi yapıp sonra sürekli tribünleri tahrik etmesi de yakışmadı genç oyuncuya. Umarım bu yazı aracılığı ile Galatasaray'ın altyapısından herhangi bir hocaya ulaşırız da bu gencimizin dikkatini çekme iyiliğini yapmış oluruz.

Maç bitiminde sahaya U17 takım çıktı. Bu yaş grubunda da çok özel bulduğum oyuncular olması itibari ile daha net bir maç bekliyordum. Ancak futbolun bir rakiple oynandığı gerçeğinden bağımsız olan bu beklenti sahaya pek yansımadı. Ortada olan oyunun beklenmeyen bir dakikasında öne geçti Fenerbahçe. Hakemin çaldığı ( belki de göremediğim ) garip penaltı Anıl Demir'in eldivenlerinde erirken dahi oyunun farklı bir noktaya taşınmasının muhtemel olduğunu düşünüyordum ki daha garip bir frikik golü geldi Galatasaray adına. Ve maç bence bitmesi gerektiği şekilde bitti. Bu maçta fark yaratmasını beklediğim ve tribünde ailesi ile beraber oturduğum Ramazan Civelek başta olmak üzere yine çok beğendiğim Bertuğ potansiyellerinin altında performans sergilediler. Ancak yine de takipte olmakta fayda var. Avrupa Şampiyonluğu kazanan Tamer Sivrikaya yönetimindeki U14 takımı çok fazla dağıtılıp oyuncular farklı yaş kategorilerinde mücadele etmek durumunda kalsalar da bu iki oyuncunun U17 kategorisinde önemli bir gelişim yakalayabileceklerini düşünüyorum. Bertuğ oyunun iki yönünü de oynayabilen , temposu, hırsı ve oyun karakteri itibari ile ciddi bir gelecek vadeden iyi bir solak. Topla olan münasebeti ve pas kalitesi iyi durumda. Ramazan ise ofansif anlamda tam bir joker oyuncu. En önemli özellikleri pas kalitesi, adam eksiltme-gol becerileri ve oyun zekası. Bu iki oyuncuyu fırsatını bulduğunuz zaman biraz daha farklı izlemenizi öneririm. Yine kalecimiz Anıl Demir'de önemli bir aksilik olmazsa A takıma çıkması çok muhtemel olan kaliteli bir kaleci. Ki kalitesini daha 14 yaşından beridir gösteriyor zaten... Galatasaray'da ise Berk Yıldız oyunda sırıtan oyunculardandı... O da Galatasaray adına bahsedildiği gibi gelecek vadeden bir oyuncu olarak dikkat çekti.

Dereağzında oynayacağımız sezonun ikinci A2 maçı olan Kasımpaşa maçından sonra görüşmek üzere.

30 Ağustos 2012 Perşembe

Spartak Moskova Maçının Ardından

Dün maç önü yazısında ısrarla üstünde durduğum husus takımın süreye karşı mücadele ettiği bu mücadelede rakibi şaşırtacak bir anlayış ve tercihlerle başlaması gerekliliği idi. Zira Antepspor maçı çok değil, altı gün öncesinin maçı. Skor 3-0 olmasına karşın yanlış işler vardı. Düzeltilmesi gerekliliğinin yanında çok daha fazlası gerekiyordu Fenerbahçe'ye. Hırs ve istek anlamında özellikle ikinci yarının son 25 dakikalık periyodu bu anlamda tatmin edecek yeterlilikte idi. Ancak olmadı, olduramadı Fenerbahçe. Zira bence gerek tempo, gerek devamlılık gerekse teknik yeterlilik 90 dakikaya yayılmış değildi.

Dün yazdığımız yazıdan devam edelim. Defanslarının hata yapmaya çok müsait olduğundan bahsetmişiz ki son 25 dakikada nasıl telaşladıklarını ve hemen hemen her topu dışarıya vurmak zorunda kaldıklarını gördük. İşte tam bu sebeple daha farklı başlamalıydı maç. Nitekim oyun 1-0 a geldiğinde herşey için epey geç bir vakit olabilirdi.

Yine Hasan Ali ve Selçuk üzerine birkaç satır karalamıştık. Hasan Ali tıp ki ilk maçtaki gibi bu maçın da ağırlığının altında kaldı. Kötü oynaması bir tarafa, maç bariz şekilde ağır geldi Hasan'a. Selçuk hususunda da takımın hata yapma riskini düşürmek adına tercih edilmemesinin bence daha doğru bir tercih olacağını belirtmiştim. Dün belki golle sonuçlanan bir pozisyon olmadı ancak taraftar-takım bütünlüğü açısından Selçuk'a yöneltilen tepkilerin sıkıntı olduğunu düşünüyorum.

Netice itibari ile Fenerbahçe bir eleme maçını daha alt kademe Avrupa maçlarına terfi ederek bitirdi. Oyuncuların gösterdikleri kararlılık ve istek mutluluk verici ancak bunun sonuçsuz kalmasını biraz da sahadaki teknik eksikliğe bağlıyorum. Ünlü futbol filozofu(?) C.Daum'un da sölediği gibi bence ; '' şans çalışanların yanındadır. '' her zaman. Koskocaman bir 60 dakikanın Sow'a atılan ve onun indirip de en yakınındaki oyuncunun 20 metre ötesinde olması ile geçmesinin başka bir açıklamasını bulamıyorum. Spartak'ın kötü olduğu taraflar çok net belliydi ve Fenerbahçe sadece son 25 dk bunun üstüne gitme kararlılığını gösterdi. Buradan hareketle '' çok istedik ama olmadı '' argümanına sığınmak benim  dünyamda yeri olmayan bir düşünce. Zira bence Fenerbahçe Spartak Moskova gibi takımların sikletini geçeli 5 sene oldu.

Söylenecek çok da fazla birşey yok. Umarım sezon sonunda herşey taraftarın ve hocanın gönlüne göre olur. Aksi taktirde camiayı 3 Temmuz'un yarattığından daha büyük bir kaosun bekliyor. Ve bu gerçek kabak gibi ortada...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Spartak Moskova Maçına Dair

Normal şartlarda takımların oturmuş düzen ve anlayışların böyle önemli maçlar öncesinde değiştirilmemesi gerektiğine inananlardanım. Ancak gerek geçtiğimiz hafta yaşananlar gerekse Spartak Moskova'nın oyun içi düzeninden sebep Aykut Kocaman'ın basın toplantısında belirttiği üzere '' dengeli ve kontrollü '' bir oyun anlayışının bu maçta Fenerbahçe'ye olumsuz etkilerde bulunabileceğini düşünüyorum. Herşeyden önce Fenerbahçe'nin bu anlayışa uygun bir defans hattının olmaması bunu düşünmeme sebep olan en büyük etken. Tabi bunun yanında senelerdir bu oyun anlayışının en temel parçası olan Alex'in 11'de düşünülmeyecek durumda olması - ki ben olsam ben de düşünmezdim. - , bu anlayışla mücadele edilen ve süre sıkıntısı olan maçlarda alınan sonuçlar ve dakikalar ilerledikçe taraftarın da enerji ve direncinin takımı olumsuz etkilemeye çok müsait olması bu fikrimin sebeplerinden.

Ancak takım sporlarında senin kadar rakibinin de ne olduğu , neleri iyi yapıp neleri yapamadığı da önemli. Buradan hareketle bu oyun anlayışının Spartak Moskova için de ideal bir rakip düzeni olacağını düşünüyorum. Gerek Fenerbahçe maçında gerekse hafta içi izlediğim Spartak maçlarında defanslarının hata yapmaya müsait olduğunu ve özellikle sağ beklerinin gerek ofsayt çizgisini genellikle bozduğunu  gerekse atılan ters topları karşılayamadığını gördüm. Öte yandan iyi yaptıkları işe gelirsek, şayet top yapma imkanı bulurlarsa oyunu kontrol edebilecek oyuncuları olan ve defanslarının katılımı ile oyunu Fenerbahçe'den daha iyi şekilde sıkıştırabilen bir takım Spartak. İleri uçtaki Emenike'nin süratini , gezici ve yaratıcı kanat oyuncuları olan McGeady'nin tekniğini sol açıktaki Bilyaletdinov'un temposunu anlatmaya gerek yok diye düşünüyorum.

Tüm bu saydıklarımdan hareketle  aşağıdaki kadronun ideal olacağı kanaatindeyim;

Hata yapmaya müsait olan sağ beklerinin üzerinden Kuyt ile baskı yapıp ilk maçta belki de kendisini aşan sol beklerini Krasiç ile kontrol altına almak ilk etapta rakibi sıkıntıya sokacağını düşündüğüm sebepler. Bunun yanında bu kadronun saha içinde çok farklı diziliş alternatifleri yaratması ve merkezin kontrolüne sahip olabilecek yetenek ve tempo donanımına sahip olması da bir başka sebebim.



Elde ŞL'de çeyrek final oynayan Lugano-Edu ikilisi ve kanatta da Roberto Carlos olsa idi muhtemelen böyle bir anlayış fazla cesur ve gereksiz gelirdi. Ancak Hasan Ali'nin gerek Spartak gerekse Antep maçında yaptığı hatalar ve sektirdiği topların yarattığı tehlikeleri ve Yobo ile Egemen'in henüz uyum sağlama aşamasında olduklarını düşünürsek geride hata yapmamalarını beklemenin iyimser olacağını düşünüyorum. Bir de olayın '' oynayan takımın '' stoperi olma hususu da var elbet. Zira defans oyuncusu olmak yüksek konsantrasyon ve uyum gerektirir. Eğer ki geriye yaslanma ya da oyunu dengede götürme isteğiniz varsa bunun için elde çok kemik bir geri beşli olması gerekir ki o bölgenin üç oyuncusu da yeni. Dolayısı ile bu şartlarda buradan hata çıkmamasını beklemektense taraftar ile bütünleşmiş ve oyunu önde oynayan bir takımın stoperleri olarak topun geriye düştüğü anda süpürülmesini beklemek daha iyi bir tercih olacaktır.


Görüldüğü üzere ideal olduğunu düşündüğüm 11'in hücum ve defansif olarak fazlaca opsiyonu da mevcut. Yalnız burada oluşması muhtemel yanlış anlaşılmaları düzeltmek için bir ekleme yapılması gerekiyor. En başta Emenike gibi bir kontra silahı olan takıma karşı sezonu daha yeni açmış bir takımın sürekli olarak oyunu önde oynamasını beklemek hem riskli ve iyimser hem de fazla cesur olan bir tercih. Oyunu Spartak'ın kontrol edeceği zamanlarda olacaktır ki bu bağlamda rakibin hızlı hücumlarının faullerle kesilmesi ve savunma anında rakibi mümkün mertebe yerleşik şekilde karşılamanın şart olduğunu düşünüyorum. Ki bu fikrimin uygulayıcısı olan savunma ve saha içi düzeni de yukarıdaki gibi.

Cristian-Selçuk Şahin ve Mehmet Topuz-Caner Erkin tercihlerine gelirsek... Cristian klasik sezon açılış kampı sonrası Brezilyalısı görüntüsünde ve form-tempo kazanması Ekim'i bulacak gibi gözüküyor. Ek olarak bu maçta o mevkide daha fazla sertlik , hız ve opsiyona ihtiyacımız olduğu için Cristian tercihinin hatalı olacağı kanaatindeyim. Yerine oynayan Caner takımı hem 4/4/2'e hem de 4/3/3'e çevirebilecek bir oyuncu ki bu maç için sol bekte Hasan Ali'nin oynayacağı garanti olduğundan Canersiz bir 11 düşünemiyorum. Oynanan resmi maçların en istikrarlı ve iyi oyuncusu olan Selçuk'un olmamasının sebebi ise o mevkide daha fazla hız ve yer değiştirme ihtiyacı olduğunu düşünmemden. Bunun yanında her ne kadar şuana kadar oynanan maçların en iyisi Selçuk olup gerek futbolculuğunu gerekse profesyonelliğini çok beğensem de Mehmet Topal'ın hata yapma riskini daha az gördüğümden daha garanti bir tercih olacağını düşünüyorum.

Tempo, dayanıklık ve istemenin öne çıkacağı bu maçta kanat ve içteki oyuncuların takıma bu saydıklarımı ve defansif-ofansif anlamda çeşitlilik kazandırması gerekliliği ortada.  Tüm bu saydığım sebeplerden dolayı benim kafamda şekillenen onbir yukarıdaki gibi. Ancak hangi takım çıkarsa çıksın taraftarın her oyuncunun aşık olduğu ve desteklemek için para verdiği takımın ferdi olduğunu unutmaması şart. Umarım herşey istenildiği gibi gider ve bu akşamın finalinde Fenerbahçe yeniden devler ligi sahnesine döner. Maçtan sonra görüşmek üzere.

28 Ağustos 2012 Salı

Futbol Adamları 1: Johan Cruyff





''...Cruyff futboldan herkesten iyi anlardı ama aynı zamanda herşeyi herkesten iyi anladığını düşünürdü. Chicagolu bir taksiciye şehre giden en kısa yolu söylemiş, Ian Woosnam'a ritmi değiştirmesini tavsiye etmiş ve baypas ameliyatından önce, cerrahıyla operasyon yönetimini tartışmıştı. Çocuklarının doğumunda Cruyff hemşirelerin bezi takışını denetlemiş, zaman zaman da kendisi el atmıştı.

... On iki yaşında okulu bırakan bir deha olarak sık sık düşüncelerinin kelime hazinesini aştığını fark ediyordu. Son aylarda Hollanda'da Cruyff'un Felemenkçesi hakkında çeşitli bilimsel makaleler yayımlandı. Ana karakteristik özelliklerinden biri '' ben '' demek isterken sık sık '' sen '' demesi; modası geçmiş Amsterdam işçi sınıfı ifadeleri kullanması ve görünüşe göre rastgele sözcüklere eğilimli olması idi.

... Çoğu büyük filozof gibi Cruyff da görünüşteki çelişkilere hakim:
' Şans mantıksaldır. '
' İtalyanlar seni yenemez ama sen onlara yenilebilirsin. '
' Bir hatayı yapmadan önce o hayatı yapmam. '

...1979 ' da tüm parasını Basilevitch adlı Fransız-Rus bir hilekara kaptırmasında bile bir keyif vardı. Bu kış sessice kitapçılara akın eden onbinlerce Hollandalı, aslında ve veda ediyor ve özür diliyor. Cruyff'un onlara diyeceği gibi; ' Ancak anladığın zaman görmeye başlarsın. '  ''

şeklinde anlatmış Simon Cuper Sarı Fare'yi. Öldürücü dribblingleri kadar çok bahsedilen sigara aşkı ve sigaraya dair söylediği derin anlamlı sözlerini atlamış. ''Belki de kitapta çocuklara kötü örnek olacak davranışları sergilemek istememiş '' denilebilir ancak gerçekte öyle değil.

                                         

Efsane  Hollanda Milli Takımı diyince akla gelen ilk isim diğer tüm yıldızlara rağmen Sarı Fare idi. Daima saçlarını limon ile getiren yatıran efsanevi  Rinus Michels'in '' Total Futbol '' ideolojisinin sahada parlayan yüzü olan Cruyff'un lideri olduğu takım, yeni nesil Hollanda Milli Takımından farklı olmak üzere saf Hollandalılar ile 74 ve 78 Dünya Kupaları'nda ikincilik kazanmıştı. Ancak futbolun an itibari ile geçirdiği birçok değişimin gerçek mimarı olmalarından sebep aslında kazanan onlardı.
                          
1974 Hollandası Dünya Futbolunda yeni bir başlangıçtı.  Fotoğraftan da görüleceği üzere uzun saçlı, rock yıldızını andıran bir futbol takımı ile herkesin ağzında hiç gitmeyecek bir tat bırakıyorlardı. Ancak final zamanı geldiğinde Abülkerim Durmaz'ın kendisinin meşhur ettiğini iddaa ettiği Gary Lineker'in sözü bir kez daha tüm gerçekliği ile Cruyff ve hocasının yüzüne tokat gibi çarpıyordu:

 "Futbol 90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur.''

Siyah beyaz forma giymiş Bayern Münih takımı oyunu domine eden Portakallar'ın elinden kupayı aldığında bu görünüşe bakılırsa Rinus Michels'in ikinci mağlubiyeti idi. 28 Mayıs 1969'da Ajax-Milan maçında catenaccio'ya boyun eğmiş olsa da yolundan ve futbol doğrularından vazgeçmemişti. Araya Sarı Faresi ile beraber bir ton şampiyonluk ve kupa kazandırmıştı. Dahası büyük bir devrim...

Sarı Fare gerçek bir yıldızdı. Ve bunu kanıtlarcasına kötü alışkanlıkları mevcuttu. Maçlardan bir gün önce arkadaşları ile sigara ve alkol alarak, kampta kumar oynayarak maça hazırlanırdı. Ajax'ta hizmetli olarak çalışan annesinin bir gün yanında getirdiği ve annesi çalışırken sahada top oynadığı sırada keşfedildiği rivayet edilen Cruyff hiç bir zaman annesinin istediği çocuk olmadı. Ama her zaman futbol dünyasının istediği bir adamdı. Van Basten'i ''yeni Cruyff'' olarak tanıtan modern futbolun prensi, Simon Cuper'in aktardığı gibi birçok ünlü söz etmiştir. Ancak bunlardan benim için en keyiflisi Jorge Valdano'ya söyledikleridir. Cruyff'un Barcelona'sı Deportivo ile oynarken Cruyff bildiği tüm numaraları ve o meşhur '' Cruyff dönüşleri '' ile sahanın mutlak hakimi. Ancak takımını ve takım arkadaşlarını yönetmenin yanında hakemi de yönetince Jorge Valdano  dayanamayıp ''düdüğü de alıp maçı yönet o halde '' mealinde bir cümle kuruyor futbol filozofuna. Cruyff ilk önce adını soruyor bu delikanlının, sonra ise yaşını. 19 cevabı alınca da Valdano'ya saha içinde mini bir ayar veriyor;

'' İnsan 19 yaşındayken Cruyff'a '' Siz '' der. ''

Para herkes gibi Cruyff içinde vazgeçilmez ve çok önemli bir enstrüman oldu her zaman.  Kendisine ilk menajer tutan oyunculardan olan Cruyff hala Barcelona için büyük bir simge. Ancak Frank Rijkaard'a göre kendisi Hollanda futbolunun da babasıdır. Evet, kendisinin sağlam bir  inancı yoktur ve bunu '' İspanya'da 22 oyuncu da istavroz çıkartıyor, eğer bir faydası olsa tüm maçlar beraber biterdi '' şeklinde alaycı şekilde ifade edebilir ancak birçok Hollandalı'ya göre o gerçek bir Futbol Tanrısıdır.

Mourinho'ya deli gömleği giydirmek isteyen ve en güzel golün boş kaleye atıldığını iddaa eden futbol filozofunun belki de en büyük başarısızlığı oğlu Jordi Cruyff'tur. Babasının adı ile Barcelona ve Manu'da oynama şerefine ulaşmış olan Jordi hiçbir zaman babasının oğlu olamadı. Ancak babası da hiçbir zaman annesinin oğlu olamamıştı.

Aksini iddaa etse de şahsi fikrim jübilesine kadar yaşadığı en büyük kabus 74 Dünya Kupası finali idi Cruyff'un. Ancak jübilesinde onu bu sefer Bayern Münih forması giymiş Almanlar bir kez daha selamladılar. Cruyff'un jübilesi için Hollanda'ya gelen Bayern Münih kafilesi ilk önce tek bir yetkilinin kendilerini karşılamaya gelmemesi devamında ise havaalanında gördükleri muameleden dolayı çok kızdılar. Ancak gariplikler bununla bitmedi. Sıradan bir otele yerleştirilen Münih kafilesi otelden dışarıya adım attıklarında halkın '' Nazi Domuzları '' hakaretleri ile karşılaştılar. Bunun diyetini sahada ödetmeye kararlı olan Almanlar Cruyff'u yeşil sahalardan 8-0 lık mağlubiyetle uğurladılar.

Yine de Cruyff abimiz konu hakkında elbet birşey söylemiştir...

13 Nisan 2012 Cuma

Yerden Şut Üstten Aut Haber Ajansı Sunar

















Uzun süren ayrılığın ardından geriye genel bir altyapı değerlendirmesi ile dönme planım vardı. En azından takipçilerin isteği o yöndeydi. Altyapıda da kayda değer gelişmeler olduğundan geniş bir araştırma ve derleme yapmadan mesaj atmama niyetindeydim ancak Lassana Diarra transferi hususunda meydana gelen gelişmeler bu düşünceyi şimdilik 2. plana attı.

Lass Diarra ile ilgili ilk görüşmenin yapıldığı haberini bu Salı aldım. Haber kaynağıma göre Lass Diarra Fenerbahçe-Antalyaspor maçını locadan izlemişti. Tesislerde kaptanlarla ve hoca ile tanıştırılmıştı. Bu kısa turun sonunda da Fenerbahçe Ülker Arena gezdirilmişti kendisine.... İlk etapta haberin inandırıcılığını test etmek için haftasonu Valencia ile karşılaşan Real Madrid'in maç kadrosuna baktım. Lassana Diarra kadroda yoktu.... Haber kaynağıma olan sözümden ötürü sosyal medyada ya da blogda paylaşamadım bu haberi.


















Ancak dün itibari ile farklı ve güvenilir bir kaynaktan daha elime Lass Diarra'nın Fenerbahçe Ülker Arena'da çekilmiş görüntüleri ulaştığı için bu haberle geri dönüş yapmak durumunda kaldım.

Transferin perde arkasında çok orjinal bir hikaye olmasına karşılık yine haber kaynaklarıma verdiğim söz sebebiyle Lassana Diarra ile Fenerbahçe flörtünün başlangıcına dair birşeyler yazamıyorum. Ancak şunu belirtebilirim ki Lassana Diarra açısından Fenerbahçe'ye gelme hususunda herhangi bir problem yok. Arda ile aynı sitede oturan ve de kendisi ile çok iyi bir arkadaşlığı olan Lassana Diarra Fenerbahçe'nin Real Madrid ile anlaşması durumunda seneye sarı lacivertli formayı giyebilir. Transferin önündeki en büyük engel ise Real Madrid'e 15 milyon veren PSG , Anzhi ve diğer Rus klupleri..

Buradan böylesine önemli bir oyuncunun Türkiye ziyaretini hayali kurgularla servis eden ya da durumdan hiç haberi olmayan tüm medya çalışanlarına selamlarımızı sunarız.


Not:http://yerdensutusttenaut.blogspot.com/ adresinde bulunan yazılı ve görsel içerikler izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Tüm hakları saklıdır.

19 Mart 2012 Pazartesi

Fenerbahçe-Galatasaray Derbisinin Ardından

Skoru ve ortamı hangi taraftan okumam gerektiğini bilmiyorum. Zihinsel ve fiziksel açıdan yerlerde olan halimizin yenilmemesini mi düşünmeliyiz yoksa Kadıköy'de 2 maçtır kazanamamamızı mı, senenin maçında maça 2-0 başlamamıza ve bunu destekleyecek yüksek motivasyona rağmen galip gelemememizi mi? Gerçekten seçemiyorum... Ağır basan taraf, bu sıkıntılı süreçte konsantrasyon sıkıntısı yaşanmayacak maçları kazanamamamız. Ve yine takımın oynadığı oyunun konuşulanlara uymadığı gibi hiçbir türlü bütünlük arz etmemesi.

Maçın başında yüksek motivasyon,hırs,istek ve taraftar coşkusu ile her yere basarak başladık maça. Ki bu benim maç öncesindeki tahminimden çok farklı bir durum. Hocanın daha kontrollü, oyunu belirli anlarda yapılacak tempo ile çözmeye çalışacak bir anlayış benimseyeceğini düşünüyordum. Pozisyonumuz yokken 2 tane gol attık. Birincisi beklediğim gibi Semih üzerinden kaliteli bir forvet koşusu ile şekillenen goldü ( aslında ben Semih kaynaklı defans arkası koşusu golü ile bekliyordum. ) İkincisi yine gol atacağını beklediğim Alex'in golüydü ama ben daha ziyade paylaşım hatasından sebep yay üstü civarından yapılan bir gol bekliyordum. İzlediğim en olağanüstü gollerden biriydi diyebilirim. Top kontrolü, 1 metre içerisinden topu şuta hazırlayıp o şiddette öyle bir isabet bulması usta değil, profesör işi. Sonrasında yaslandık. Bunu hocanın istemediğine adım gibi eminim. Zira defansta henüz alışma süresinde ve nispeten deneyimsiz bir stoper ve formsuz bir geri dörtlü varken bunu kimse istemez. Fiziksel sebeplerle de yaslanmamız bence mantıklı değil. 20 dakikalık tempo ile rutini idman yapmak olan bu seviyedeki sporcuların vücutları bu derece hırpalanmaz. ( 70 dakika yaslanacak kadar )

Aklıma yatan en mantıklı sebep Galatasaray'ın oynamayı isteyen ve zorlayan tutumu ile birleşen bizim rehavet halimiz. Aslında bizim açımızdan 70 değil, 90 dakika sadece bir tane örülü atak görmemin , Galatasaray cephesinden ise sürekli kısa paslarla bizim savunma bloğunun önünü zorlamasının; kısacası iş görmemin sebebi de organizasyon farkı. Gerek mevkisel gerekse genel takım kalitesi açısından daha öndeyiz. Bu burun farkı da değil bence, epey öndeyiz. Ancak onlar belirli bir organizasyon içerisinde, büyük bir özgüven ile oynuyorlar. Biz ise hocanın yaşadığı gelgitlerden dolayı ( Alex vb. ) tam olarak yerleştiremediğimiz organizasyonu bu sene itibari ile yediğimiz darbeler neticesinde oldurabileceğimiz kadarı ile bile yansıtamıyoruz sahaya. Aykut Kocaman geldiği andan itibaren söylem ve eylemleri ile bir değişimi müjdeledi, ancak Alex'in akılalmaz işleri sebebiyle ne tam olarak istediğini yapabildi ne de Alex etrafına kurgulu düzenin orjinalliğini koruyabildi. Esasen geçen seneki performansı itibari ile sene başında ilk etapta Alex'i maksimize edecek sonrasında ise kafasındaki futbola sancısız şekilde geçiş yapabileceği bir yapı üzerinde denemeler yapıyordu ki 3 Temmuz o hesapları da bozdu. O gündür bugündür ben Fenerbahçe izleyemedim. Ancak bunun muhatabı bence hoca değil. Oyuncu değişiklikleri ve takımın temel taşları ile yaşadığı problemler kafamı karıştırıyor. Fenerbahçe'de geçirdiği süre boyunca saha içine bakarak vasat bir teknik direktör olduğunu düşünüyorum ancak hem transfer stratejisi hem de eylemleri neticesinde kafamda canlanan futbol mantığı açısından kafasındaki ortamı ve özgür tercihlerini görmek istiyorum. Ama şunu da söyleyebilirim, kimi hocalar eldeki malzemeye göre bir iş yaparlar; bu en büyük maharetleridir. Aykut Kocaman bence öyle bir teknik direktör değil. Daha ziyade futbol açısından daha sağlıklı fakat hayata geçirilmesi daha sancılı birtakım düşünceleri olan bir teknik direktör. Tercih meselesi... Ben 3 Temmuz'dan beridir yaptığı başkanlık,teknik direktörlük,malzemecilik,bebek bakıcılığı,psikologluk açısından bu krediyi ona veriyorum. Başkası için aynı şeyleri düşünmezdim. Sürecin sancıları nihayete erip, hoca özgür olduğu ortamda bu organizasyon devam ederse o zaman bitecek ancak kredisi, daha önce değil.

Sahaya geri dönersek de sene başı tahminim Galatasaray'ın şampiyonluğu olsa da ben bu kadrodan ( bundan kasıt Emre Çolak, Hakan Balta, Aydın Yılmaz, Engin Baytar, Semih Kaya ve hatta Ujfalusi ) böyle bir takımdaşlık , böyle bir saha içi organizasyonu beklemiyordum. Sevmesemde Fatih Terim'i tebrik etmek gerekiyor. Bu kadronun epey defosu var. Hoca onlara rağmen Aydın,Emre,Semih'i kazanıp Engin Baytar'ı futbola döndürerek bu işi yaptı. Savunma anlayışında da ciddi problemler var ancak Fenerbahçe gibi 10 senedir pas oyununu iyi oynayan bir takıma karşı oyunu önde tutabilmeleri büyük başarı. Hem de maça 2-0 başlamalarına rağmen. Yine kafasına gelen maddeye rağmen provakatif herhangi bir hareketini görmememden dolayı da şaşırdım ve bu açıdan da kendisi tebrik ediyorum şahsım adına...

Saha içine dönersek, Serdar Kesimal ile ( malesef ) Gökhan Gönül işbirliği belirleyici faktörlerden birisi oldu. Lugano ve Edu'nun İbrahimoviç,David Suazo,Hernan Crespo,Kanoute,Fabiano,Vagner Love,Jo,Drogba gibi oyuncular karşısındaki performanslarını hatırlıyorum da... Liderliği ve deneyimi ile yarattığı farkın yanında markaj özelliği ve kapalı savunmadaki etkinliği ile de fark yaratıyordu Lugano. Hem de öyle böyle bir fark değil. Stoper oyuncusunun uzun mesafe hızından ziyade kısa mesafede sert ve çabuk olması ile markaj ve pozisyon özelliği çok önemli ki Serdar'a ne kadar olumlu baksak ya da bakmaya çalışsak da bu açıdan eksikleri ile Lugano'nu gölgesini takip edecek durumda değil. Bunun takım ile de alakası var tabi, mesela Galatasaray'da olsa direkt oynayacak oyuncu Serdar. Ve bunlar ile değerlendirilmeyecek...

Alex'in merkeze çekilmesi çok tartışıldı ve tartışılmaya da devam eder. Benim şahsi fikrim Alex'i oynayacağı en son yerin orası olduğu yönünde. Açıkçası çokça eleştirilmesine rağmen temposu, yeteneği ve pas kalitesi itibari ile Özer'i kesinlikle sahaya sürerdim... Ve yine gol '' geliyorum '' dediği için oyun içi düzene '' şok verme '' amacı ile ortasahayı üçlemek ( Mehmet'in sürekli yerini kaybetmesi itibari ile aslında dörtlemek ) yerine Dia , Stoch ve Alex'i aynı anda sahada tutmayı düşünebilirdim. Ortayı üçlemek oyun itibari ile mantığı olan hareketti, hocanın ve o dakikanın doğrusu... Ancak Bienvenue-Mehmet değişikliği de oyunu söylediğim gibi rus ruletine çeviren bir değişiklikti ki ben bu riski Alex'in yanında Dia ve Stoch ile almayı tercih ederdim.

Fenerbahçe futbol takımının 2-0 başladığı maçı bu noktaya getirmesini ne kadar talihsiz ve başarısız görüyorsam takımın ikincilik derecesini de o kadar başarılı görüyorum. Galatasaray harici ciddi bir rakip olmayabilir, Trabzon ŞL serüveninden Bjk ise iç karışıklıktan sebep çok darbe yemiş olabilir ancak Fenerbahçe'nin hepsinden çok daha ciddi sebebi olmasına karşılık ikinci. Bu sene nadas senesi. Umarım seneye her ferdi ile özgürlüğe kavuşur Fenerbahçe...

21 Şubat 2012 Salı

Dereağzı'nda Geçen Bir Haftanın Ardından

Önce U 18 maçı ile başladı derbi haftası. Oyun çok fazla keyif vermese de skor yüzleri güldürmeye yetti. Ardından haftasonu benim çok büyük umutlar beslediğim U14 ve U15 takımının müsabakaları vardı Dereağzı'nda. Uzun süren ayrılığın ardından geri dönüşü Galatasaray derbileri ile yapayım istedim bende. Bana göre altyapıların en iyi takımlarından biri olan U16 ile U17 takımları deplasmanda olduklarından onları izleyemedik ama galibiyet haberleri ile haftayı 5'te 5 ile tamamladık.

İlk önce U18 takımı ile başlayalım. Daha önce çokça ifade ettiğimiz gibi Fenerbahçe'nin altyapı dönüşümünün başlangıcı U16 takımı. Dolayısı ile bende buraya oturmuş bir oyun formatı görme arzusundan çok kimi oyuncuları izleme arzusu ile gittim. Günün süprizi Beykan Şimşek'in A2 takımdan indirilip bu kategoride oynatılmasıydı. Yaşı itibari ile U17'de de oynayabilecek bir oyuncu olan Beykan'ın futbol karakterini ve yeteneklerini ilgiyle takip ediyorum. Ama sahada çoğu zaman bu kategoriyi reddeden bir vücut dili vardı. Golünü atıp kalitesini de ortaya koydu ancak ben şahsen daha çok fark yaratmasını beklerdim ki biraz daha konsantre bir Beykan'ın bunu yapacağına da eminim. Nihayetinde eski Beden Öğretmeni hocam olan iyi bir Fenerbahçeli Semih Özü'nün Fenerbahçesi maçı 2-1 galip bitirdi. Ben şahsen değişimin etkilerinin daha net şekilde hissedildiği diğer alt yaş gruplarının Semih hocanın eline geldiğinde hocanın isminden daha sık söz ettireceğini düşünüyorum.

Maçta akılda kalan oyuncular ise Metincan Cici, Oğuz Mataracı ve Mustafa Eren Yeniçeri idi Fenerbahçe adına. İlerleyen zamanlarda daha çok izleyip not düşeriz elbet...

Cumartesi gününün ilk maçı saat 12,00 da idi. Görkem Bitin'li U14 takımı rahat ve dominant bir oyun ile Galatasaray'ın 4-0 önüne geçtiğinde dakika henüz 40'tı. Akabinde bu yaş grubunun en dikkat çeken oyuncularından olan Görkem Bitin ve Yusuf Türk'ün dışarı alınması ile başlayan oyuncu değişiklikleri sebebi ile oyun 4-2 ye gelse de Galatasaray organizasyon itibari ile maçta eşitliği sağlayabileceğini hiç hissettiremedi. Nitekim maç da bu skorla bitti.
Galatasaray'ın kalecisinin ve defans kurgusunun hataları sebebiyle golle sonuçlanan iki korner skorun buraya gelmesinde çok etkili olsa da Fenerbahçe'nin bu yaş grubunun futbolun temel olgularını başarıyla yerine getirdiğinden bahsetmek gerek. Mesela kaymalar, alan savunması, saha parselizasyonu gibi önemli konularda Fenerbahçe U14 takımı rakibinin epey üstündeydi. Yaşları itibari ile fizikleri ve oyun tecrübeleri oturmamasından sebep kimi zaman oyun belirli bölgelerde sıkışsa da ben futbolcu adaylarının iyi niyetini ve futbolun temel doğrularını sahaya yansıtma azimlerini beğendim. Aynı zamanda yapılan yan top organizasyonlarını da...

Saatler 13.45 olduğunda sırada U15 takımı vardı. Bu yaş grubunda çok beğendiğim Boğtan Kızıltan harici çok fazla methini duyduğum Tarık Çalışkan ve Muhammed Samet Karakoç'un olması maça dair beklentilerimi arttırdı. Nitekim ilk 5 dakika dolmadan 10 numara forması ile oynayan Tarık Çalışkan usta işi bir aşırtma vuruşu ile oyunu 1-0'a getirirken Beşiktaş'a 8 farklı mağlubiyeti tattıran ekibin Galatasaraylı rakiplerine nasıl bir tarife hazırladığının haberini veriyordu binevi. 34. dakika geldiğinde Boğtan Kızıltan ters ayağı ile çok şık bir plase yaparak farkı ikiye çıkardı. 79. dakikada ise sahanın en iyisi olan Muhammed Samet Karakoç skoru 6-0a getiren golü atıp perdeyi indirdi.

U15 takımı içinde organize ve bütün bir takım olduğunu söylemememiz yanlış olmayacaktır. Boğtan , Tarık ve Muhammed ' de ışıl ışıl parladılar, beklentilerimin tamamını karşıladılar. Aynı zamanda tabiki Mehmet Eray isimli stoperimizde...

Şimdi ezeli rakibe karşı alınan ezici skorlardan daha önemli bir noktaya temas etmek istiyorum. U16 yaş grubu ve bu takımın alt kategorilerinin bir farklılık gösterdiğini yazının başında belirtmiştim. Bunu biraz açmak gerekirse evvela bu takımların hepsinin üç aşağı beş yukarı benzer bir oyun karakteri ortaya koyduğunu söylemek lazım. Belki kağıt üstündeki dizilişler farklı, belki yaşa bağlı olarak oyuncuların fiziksel kapasiteleri farklı ancak ortak olan birçok nokta var. Örnek vermek gerekirse U16,U15 ve U14 takımının oyunu rakip yarısahada oynama istekleri çok fazla benzerlik gösteriyor. Ve tabiki bunu uygulamaya geçirme konusundaki benzerlikleri de. Top oynamayı seven, oyun genelinde ve son paslarda sabırlı ancak top rakipteyken sabırsız oynuyor altyapı takımlarımız. Saha parselizasyonu, defansların çıktığı yer ve kaymalar da yine hem daha büyük abilerine göre hem de rakiplerine göre daha oturmuş ve organize şekilde gerçekleşiyor. Defans arkasına atılan topların oyun içi zamanlaması, ( Ramazan ve Bertuğ'un Aziz Ceylan'a, Muhammed Samet'in Tarık'a ) , duran toplardaki ezici hakimiyet gibi birçok ortak ve fazla nokta daha gösterilebilir. Ve tabiki aynı mevkilerde oynayan oyuncuların benzer oyun karakterleri de çok önemli benim için. U16'daki Ramazan'dan aldığım keyif, oyuna kattığı ve oyun karakteri ile U15'teki Muhammed arasında çok büyük bir fark yok. Aksine benzeşen çok nokta var. Aynı şekilde sol ve sağbekler arasında da... Oyuncu tarzı anlamında tek fark U16'nın Aziz Ceylan gibi çok donanımlı ve kullanışlı bir forvete sahip olması. Ancak diğer yaş gruplarının ileri uç elemanları da fazlasıyla ümit veriyor...

Sözün özü bana göre Fenerbahçe için yepyeni bir sayfa açacak kadar organize ve ne yaptığını bilen bir altyapı geliyor. Uygun zamanınızda Dereağzı'na bekleriz. Eminim pişman olmayacaksınız.

2 Şubat 2012 Perşembe

Deplasmanda Kayıp:Samsunspor 3 - 1 Fenerbahçe SK

Başlıktan gidelim; ilk yarıda ki Mersin deplasmanından beri 10 tane daha maç yapmışız dış sahada. Bu maçlarda alınan galibiyet sayısı rakamla 2, yazıyla iki. Otuz puanlık ralliden sadece ve sadece on tam puan almışız, tabi ne kadar tam puan denirse.

Öyle çok zor deplasmanlarda değil aslında Samsun,Ordu,Gençler,Antalya ve köprünün öteki yakasında ki Belediye.  Kendi evinde oyunu dominant oynamaya çalışan takım hüviyetinden sadece boğaz köprüsünü geçince bu kadar uzaklaşmak inanılır gibi değil.

Gelelim fotoğrafa; geçen sene kanat beklerinin takıma katkısı Santos 5 gol 2 asist, Gökhan 3 gol 8 asist. Bu gol ve asist katkısı aslında çok şey ifade etmiyor tek başına. Bu sene Reto şu ana kadar 4 asist ile oynuyor ancak takıma hücum olarak katkısı sadece bu asistler ile sınırlı. Arkadaşlarının ileride oynamasına bu asistler dışında katkı veremiyor. Özellikle ikinci devre performansı gittikçe düşmeye başladı, ne ileriye çıkıp hücum gücünü  artırıyor nede savunmada sertlik ve denge kazandırabiliyor.
Gökhan ve Retodan  geçen sene ki seviyede destek alamayan forvet hattında nereye koşacağını çok iyi bilmeyen Henri, yürümekte zorlanan genç Semih olunca takımın kazanması daha da zorlaşıyor. Moussa Sow'un transferi aslında en çok bu anlamda eksikleri giderecek. Beklerin formu çok üst seviyede olmasa da daha çok gezen yanında adam taşıyan ileri uç kanat adamlarına şut ve boş alan sağlayarak deplasmanlarda kazanma alışkanlığını tekrar edinmemizi sağlayacak. Sezer bu dönemde çok ihtiyacımız olan merkez orta saha oyuncusu olacaktı Aykut hocanın planında ama bir türlü sakatlıktan kurtulamaması da cenabet senenin bize yüklediği yüklerden.
Tabi şu sarı adamı da unutmamak lazım, takımın ihtiyacı olan süpriz golü geçen sene 8 defa attı. Bu sene aynı role kimseyi sokamadık savunmayı önümüzde ki sene planlarken dikkate alsak iyi olur.

Dipnot: Gekasın gollerini süper ligde atması güzel de keşke bizi pas geçseydi :)

28 Ocak 2012 Cumartesi

Unifeb Aydınlık Gelecek Ödülleri

Buradan da ulaşabileceğiniz üzere bu sene de yerden şut üstten aut olarak Unifeb Aydınlık Gelecek Ödülleri'ne aday gösterilmişiz.

Normal şartlar altında ilginizi talep ederdim ancak Papazın Çayırı gibi bir gerçek var. Yerden Şut Üstten Aut'u böyle bir ödüle aday görenlere teşekkür etmekle beraber oyumun Papazın Çayırı'na gideceğini belirtmem gerek. Böyle güzel bir blogla aynı ödüle aday olmak da mutluluk verici.

Gerek okul gerek iş yoğunluğu sebebiyle boşladığımız blogun takip edildiğini bilmek güzel bir duygu. Ancak bunun motivasyonu ile Şubat sonunda daha sıkı ve yoğun şekilde döneceğimizi beyan eder, Papazın Çayırı'nı şimdiden kutlarım.


26 Ocak 2012 Perşembe

Yeni Kara İnci: Moussa SOW

Futbol icat edildiğinden beri bu oyunu kara kıtanın evlatları kadar fizik ve hıza dayalı oynayan bir topluluk olmamıştır. Kamerunlu, Nijeryalı yada Senegalli olması fark etmiyor oynanan oyunda. Düzensiz ama bir o kadar yaratıcılığa açık, aceleci ama hızlı bir oyun.

Emenike bu türün en önemli temsilcisi olabilirdi eğer bu topraklardan kaçmak zorunda bırakılmasaydı, o gitti ardından Henri ile doldurulmak istendi boşluğu ama olmadı. Sow ise son yıllarda sürekli forvet oyuncusu üreten Senegalin Demba BA ile birlikte en değerli ismi.

Aslında 2010 yılına kadar ismini ülkemizde duyanların sayısı 10 kişiyi geçmezdi. Rennes ile sözleşmesini devre arasında uzatmayacağını söylediğinde ona şans vermek isteyen Lille'in transfer çalışmaları başladı. Vittek'in sürekli değişen performansı sonrası gözden düşmesi, De Melo'nun sakatlık sonrası bir türlü istenen seviyeye gelememiş olması ve Frau'nun bir türlü üst düzeye gelememiş olması  bir şans kapısı açtı genç Senegalliye. Moussa bu şansı iyi kullandı, hemde çok iyi. Gervinho ve Hazard'ın sağdan ve soldan getirdiği topları öldürmeden değerlendirdi. Cabaye gibi bir orta saha oyuncusununda önünde oynamasıda aslında onun en büyük şansıydı.

Sow'un oyunu tamamlayan stili takımın tamamına etki etti, bir sezon önce 13 gol 9 asistle oynayan Gervinho sezonu 15 gol 14 asist ile tamamladı ve gunners'ın yolunu tuttu. 2009 yılını 10 gol 18 asistlik performansın ile tamamlayan Hazard 13 gol 19 asist rakamlarına ulaştı. Bu gol sayılarında Sow'un defansı sürekli sağa sola taşıması ve  hep kanat hücumcularına alan boşaltmasının payı büyük.

Bu oyun tarzı neden önemli Fenerbahçe için?  Niang bu takıma gol olarak müthiş bir katkı yapmadı ama yanında oynayan isimlerin kariyerlerine katkısı tartışılmazdı. Sow aynı etkiyi gösterecek meziyetlere fazlasıyla sahip. Topsuz oyunda sürekli alan arayışında olması, fizik fiziğe mücadeleden kaçmaması ve hızı onun takıma golden daha fazla şeyler katması demek.

Müthiş bir bitirici değil ama Henri gibi nerede duracağını bilmeyen bir oyuncuda hiç değil. Savunma arkasına  sarkan  ve hep olması gereken yere çabucak varıp dönen topu tamamlayacak kadarda hızlı.
Alex ve Aykut hoca daha ne ister ki;  birde sağ kanata kanırtan bir açık.
Mesela Krasiç.
Neden olmasın.
Dipnot1:Ekvator gine takımının golüne bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi:)
Dipnot2: Foto canaria1907.com dan alıntı(Yakışmış koçuma)
Related Posts with Thumbnails