31 Aralık 2010 Cuma
Yok Böyle Asist
Yeğenimden aldığım bir video, izleyince insanın inanası gelmiyor. Nasıl bir hayal gücüdür bu pas gerçekten seyretmekten büyük keyif aldım. Yeni değil 24 ağustosta atılmış bir golün videosu.
Golü atan Fransa 2. liginde Le Havre forması giyen Brice Jovial ama o golü atmasa asisti yapan Hassane Alla'ye büyük ayıp ederdi.
Birde Le Havre de bir Fofana vardı sahi onun bonservisine ne oldu
21 Aralık 2010 Salı
Sezon Başından Bugüne...
Biri bana nelerin değiştiğini anlatabilir mi? Evet, ihtiyacım var şuan buna. Mesela stoperlerimiz rol model Barcelona'nın ( alınan modelin eşi benzeri daha görülmedi ya neyse) stoperlerinin çıktığı mesafenin yarısına çıkabiliyorlar mı? Veya 27 kişilik kadronun 20'si eski takımlarında lider oyuncu yani kaptanken Fenerbahçe sahaya bir karakter koyabiliyor mu en basitinden? Sahayı parselleyebiliyor mu geçen bunca süreden sonra? Yoksa baskısı adam kaydırmalara dayalı alan savunması değil de rakibe 3 kişinin deli dana gibi basmasından mı ibaret? Birikmiş sorunlarımız çözüldü mü acaba yoksa o birikmiş sorun hala maçlar, kelleler kurtararak sorun biriktirmeye devam mı ediyor(!) ? Fransa Ligi gol kralı, tank gibi forvet Niang , iki tane atlet kanat oyuncusu ile 4/3/3'e mi döndük yoksa elimize yüzümüze mi bulaştırdık bu hayalide... Yoksa istenmeyen adam konumuna getirilen adam evdeki hesabı çarşıya mı uydurmadı?
Bilinçli baskı deyimini de bugün itibari ile futbol lügatine armağan eden Ömer Üründül'den daha komik detaylar da mı vardı sahada? Mesela kazanılması gereken bir maça as oyuncuları takvimde yakın tarihte herhangi bir maç yokken yedek bırakmak gibi? Ya da baktık olmadı '' Hadi aslanlarım çıkın alın'' demek gibi. Ya da işler sarpa sardığında rüzgarda savrulmuş yapraklar gibi takımı alakasız bir şekilde sahaya sürmek gibi... Tabi sahanın en iyi iki oyuncusunu sahadan çıkarmak gibi.
Avrupa'da Fenerbahçe yok gibi. Eh ligde de şampiyonluk hayal gibi. Kupaya girmiyorum, o hayal bile değil gibi. Eh naptık biz bugüne kadar, bari sahada değişen ne var ki ilk günün üstüne hızla koyan bir Fenerbahçe gibi?
Gökay gibi bir gencecik bir değerin Ankaragücü maçından itibaren ortaya koyduğu istikrarlı yükselişi de gölgeliyoruz gibi. Sanki top alışı, kararlılığı, kabul edilirliği arttı gibi. Sanki abileri kabul etti gibi. Aynen çoğu şeyi kabul etmek zorunda bırakılmaları gibi. Sistemsizlik için savrulmalarına göz yumulmaları gibi...
Armanın Gururu Dünyanın En Büyüğü
14 Aralık 2010 Salı
6 Aralık 2010 Pazartesi
Denizli-İstanbul Hattı 1- Gökay İravul
17.04.2007... Bir çok insan için pek bir anlam ifade etmeyen bir tarih gibi gözükse de belki de herşeyin başlangıcı...Ağırlıklı olarak Milli Takımlarda gösterdiği performansların neticesinde Fenerbahçe'ye transfer olup bu sezon A takım kadrosunda şans bulan Gökay İravul'un Tff kayıtları altında Milli Takım formasını taşıdığı ilk tarih. Kim 17 Nisan 2007 ' de yazılmaya başlanan bu hikayenin kahramanının ilerleyen yıllarda Fenerbahçe gibi bir camianın geleceğe umutla bakmasını sağlayacağını düşünebilirdi ki?
Hollanda karşısında 4/1 galibiyetle sonuçlanan maçta bugünlerde kendisi gibi çokça konuşulan Okan ile beraber terletiyordu Milli formayı. Okan Mardin' de Gökay ise Denizli'deydi. O kadroda Fenerbahçe'li olan sadece iki oyuncu vardı.(Barış Yardımcı, Aykut Kıratlı) Ki şu günlerde Fenerbahçe altyapısının Milli Takımları kuşatması da bundan, o zamanlarda Milli Takımlara verilen az sayıda oyuncunun yarattığı farkındalıktandır. O gün 40 dakika oynayan Gökay , Onur Karakabak , Okan Alkan , şuanda Fenerbahçe'den ayrılan Selçuk Evcim ilk etapta Milli olan iyi oyuncuları toplama düşüncesinin ürünü olarak Fenerbahçe'ye kazandırılan gençler olmuşlardı.
3 Temmuz 2007' de Fenerbahçe'li idi Gökay artık. Milli Takımda ise sürekli oynamaya başlayacağı yeni bir dönem başlıyordu. 18.09.2007' de U16 Milli Takımı ile Karşıyaka'da İrlanda karşısına çıktı Gökay İravul. O zamanlar Milli Takımlarda 2 numaralı formayı giyen bir sağbekti. Orhan Gülle, Berkin Kamil Arslan ve Gökhan Töre'li o takım daha sonra Fifa U17 Dünya Şampiyonasında Çeyrek Final'de Kolombiya'ya elenecek ancak çoğu oyuncu hafızalarda yakın bir zaman sonra karşılaşmak üzere yer edinecekti. İlk 90 dakikalık Milli performansını 2/1 kazandığımız bu maçta ortaya koyan Gökay Milli forma altındaki ilk golünü yine sağbekken 02.10.2207 tarihinde 3/1 kazanılan Belçika maçında ağlara bırakacaktı.
Fenerbahçe forması ile ilk maçını Deplasmanlı Süper Gençler Liginde 16.02.2008'de eski adı İstanbul Kartal Belediye olan Yıldırım Bosnaspor'a karşı oynadı Gökay. O maç 15 dakika şans bulmuştu. 29.03.2008'de oynanan Kocaelispor maçında şuan A takım kadrosunda bulunan Alper ve Okan ile beraber yedek klubesinde oturuyordu. Ve 2007/2008 sezonunun sonunda Ukrayna ile oynanan Milli müsabakada artık 7 numaralı forması ile daha ön tarafta sahaya çıkıyordu Gökay. Artık yanında alt yaş Milli takımların her turnuvasında gol kralı olacak Recep Berk Elitez' de vardı. Maç 1/1 sona ererken golü Recep Berk Elitez atıyordu.
2008/2009 sezonu başladığında Gökay İravul artık 11 oyuncusu olmuştu. Bazen 8 bazen 10 numaralı formayı giymesi onun sağbekken geçirdiği evrimin kısmi bir ispatı olsa gerek. Zira bir sağbek oyuncusuna göre fazla bir oyuncuydu Gökay. Önünde oynayan Recep Berk Elitez ile uyumu dikkat çekiciydi. Ancak bir ortasaha oyuncusuna göre gol sayısı halen istenilen düzeyde değildi. Ki 20.12.2008'de sezonun 12. maçında ağları bulmayı başardı Gökay. Ardından bir hafta sonra Fenerbahçe forması ile ikinci golüne imza atıyordu. 11.04.2009 tarihinde oynanan Gölcükspor maçı ile de sezonun kapanışını ilk golünü attığı takıma karşı yapıyordu.
Deplasmanlı Süper Gençler Liginde istenilen gol sayılarına ulaşamasa da oyun içinde bitmek bilmeyen enerjisi ve sorumluluk almaktan kaçmayan yapısı ile takımın Okan, Berk Elitez , Hasan Erbey ile beraber önemli bir parçası oluyordu. Bu performansı ona A2 takım kapılarını açtı. Artık asıl patlamayı yapacağı 2009/2010 sezonu gelmişti. 06.10.2010 tarihinde 10 numaralı forması ile Fenerbahçe'nin Kasımpaşa'yı 2/1 yendiği maçta iki gol atıp A2 klasmanında ilk gollerine ulaşıyordu. Sırada Milli forma ile Dünya Şampiyonası oynamak vardı. Burkina Faso ile oynanıp 1/0 galibiyetimiz ile sonuçlanan maçta son 30 dakika forma şansı buldu Gökay. Ancak bulduğu bu süre onun daha sonradan bu formayı sırtından çıkarmayacağının ispatı idi zira daha önce gerek Milli Takım gerek Fenerbahçe'de bulduğu kısa sürelerden sonra 3/4 maç içinde formasını kimseye vermemeye başlıyordu Gökay.28.10.2009 tarihinde Kostarika maçında 61. dakikada oyuna girip 70. dakikada attığı enfes gol formasının artık garanti olduğunun habercisi olmuştu. Artık Muhammet Demir ve Engin Bekdemir kadar konuşulan iki genç oyuncu daha vardı: Gökay İravul ve Okan Alkan...
Gruplardan çıkılmış hedefe emin adımlarla yürünüyordu.2. turda U17 Millilerin rakibi Birleşik Arap Emirlikleri idi. 39. dakikada 10 kişi kalmamıza karşın 2/0 ile turu geçerken Gökay 90 dakika sahada kalıyordu. Ancak Oğulcan'ın gördüğü kırmızı kart çeyrek final maçında etkisini gösteriyor son dakikada yediğimiz gol ile penaltılara giden maçta Kolombiya'ya 6/4 kaybediyorduk.
Dereağzının yolunu tutan Gökay'ın mesaisi daha yeni başlamıştı. Önce Beşiktaş'a sonra da Bursa'ya gollerini atarak onu izlemeye gelenlere gerekli mesajı yolluyordu. Nitekim gerek Milli Takım gerek Fenerbahçe altyapısında gösterdiği büyük gelişim sayesinde Okan Alkan ile beraber Fenerbahçe'nin A takımı ile devre arası kampına katılma hakkı kazanıyorlardı. Artık televizyondan izlediği oyuncularının yanında antreman yapacak belki de antremanda da olsa beraber oynamayı en çok istediği oyuncu olan Emre Belözoğlu'na bacak arası yapacaktı.
Sezon bittiğinde o artık 2 defa U15, 22 defa U16, 5 defa U17 formasını giyen bir oyuncu olmanın ötesine geçmiş Fenerbahçe'nin A Takım oyuncusu olmayı başarmıştı. Sezon başında onu A Takım idmanlarına çıkması için A takıma getiren Aykut Kocaman'ın hocası olması ise belkide en büyük şansı olmuştu. Ben dahil altyapıyı takip eden herkes forma giyeceği ilk maçı sabırsızlıkla beklemeye başlamıştık. Cumhuriyet Kupası adı altında oynanan Sivasspor maçında 90 dakika sahada kalsa da resmi olarak ilk defa 02.10.2010 Gençlerbirliği maçında Mamadou Niang'ın yerine son 4 dakika için Saraçoğlu çimlerine adımı atıyordu Gökay. Ve bir rüya gerçek oluyordu. Ardından Konya deplasmanında 76. dakikada Dia'nın yerine oyuna girip vasat bir performans ortaya koyuyordu.
Ona inanan bir hocasının olması silik görüntüsüne rağmen 2 maçta üstü çizilenlerden olmamasını sağlıyor ve Ziraat Türkiye Kupası müsabakasında Ankaragücü maçında 90 dakika forma şansı bulmasına yardım ediyordu. Gökay yine beklentilerin uzağında bir oyuncu gibi gözüküyordu. Ancak Aykut Kocaman onun oyunundan memnun olacak ki sakatlıklar sebebiyle Buca ve İbb maçlarında 90 dakika forma şansı tanıyordu genç oyuncuya. Ve Gökay bu maçlarda ona inanan hocasını da onu ilk izlediğinde büyük bir heyecanla bu satırlarda ona methiyeler düzen benide gururlandırıyor sahanın en çok koşan oyuncusu olmanın yanında Fenerbahçe'nin oyununa pozitif bir katkıda da bulunuyordu.
Yine de zaman zaman kimi yerlerde Gökay İravul'un Fenerbahçe için çok düz bir oyuncu olduğu yorumunu okuyorum. Peşinen belirtmek gerekiyor ki bu son derece basit, hiçbir altyapısı olmayan bir düşüncedir. Çok değil 10 ay evveline kadar A2 müsabakalarında 20/30 kişiye oynayan bir oyuncunun bu rakamların bin misline oynamasını değerlendirme dışı bırakarak yorum yapanların iyi niyetini ayrıca sorgulamak gerek tabi. Şunu belirtmek gerekiyor ki Gökay ne o A2 maçlarında Messiliğe soyunuyordu ne de iki seneye kadar oynayacağı Şampiyonlar Ligi müsabakalarında bu işi yapacak. Gökay'ın en önemli meziyeti bu oyunu düz, basit ve olabildiğince etkili oynamasıdır. Bu sebeple kimse kendisinden kurtarıcı rolü oynamasını beklememeli. Çünkü Gökay futbol bilgisi ve oyun karakteri itibari ile çok iyi işleyen bir sistemin en önemli oyuncularından biri olabilecek kapasitede olsa da hiçbir zaman Messi olmayacak. Kimi zamanlar maç kurtardığı da olacak ama bunu düzenli şekilde yapmasını beklemek hem Gökay'a hem de Aykut Kocaman'ın oluşturmaya çalıştığı Fenerbahçe düzenine haksızlıktır.
Gökay İravul sahada duruşu ve yaptıkları ile herhangi bir Türk oyuncunun çok ötesinde bir oyuncu. Pozisyon bilgisi, yardımlaşması üst düzeyde. A Takım müsabakalarında ön libero olarak görev alsa da kendisi orta sahanın her yerinde oynayabilen bir oyuncudur. Ben kendisini Bastian Schweinsteiger'e benzetiyorum bu yönden. Kendisi ise Steven Gerrard'ı örnek alan bir oyuncu ki bu da futbol karakteri hakkında bilgi sahibi olmamız açısından önemli bir donedir. Düzgün ve etkili şutlar atar, takımı için her zaman elinden geleni yapar. Gereksiz gösterişe kaçmaz ancak birebir kaldığı taktirde rakibini ekarte edebilecek kadar çalım atabilecek kapasiteye sahiptir. Bunun yanında çok efendi, Fenerbahçe formasını layıkıyla taşıyacak karakterde bir oyuncudur. Bu yönüyle de bende yeri farklıdır. Kısacası Gökay'ı değerlendirmeden futboldan ne anladığımızı sorgulamamız gerekiyor diye düşünüyorum. Eğer futbol Almanların oynadığı ise Gökay İravul'u zamanla 11'inizin vazgeçilmezi yapacaksınız. Ama eğer ki Brezilya aşığı bir futbolseverseniz Gökay İravul'u uzun bir süre size hitap etmeyecek. Hele hele 18 yaşındaki bir gencin 12 ayda atladığı bunca kademeyi göz önünde bulundurmamak gaddarlığına sahipseniz; üzgünüm Gökay İravul hiçbir zaman sizin istediğiniz Gökay İravul olmayacak. Ama o tüm bu yazılarda( sırayla rakamlara tıklayınız: 1, 2 ,3 , 4, 5 ) bahsettiğim ve arama bölümüne Gökay İravul yazdığınız taktirde diğer yazılarda da görebileceğiniz gibi her maç takımı için savaşacak ve zamanla Fenerbahçe'nin vazgeçilmezi olacaktır.
Bir Yıl Önce Bir Yıl Sonra
Brezilya da günün karesi bu, geçen sene zon maçta kümede kalan Fluminense Guaraniyi 1-0 yenerek şampiyon oldu.
Bir yıl önce Adriano'nun önderliğinde şampiyonluğu kucaklayan Flamengo ise ligde zar zor kalabildi. Bu sene ki şampiyonluğun en önemli adamı bir arjantinli "Conca".
Şampiyonluğu getiren golü ise eski bir Flamengolu Emerson'un atması ise hafızalara kazınan detay oldu.
Şimdi karnaval zamanı Rio da.
Bu sene milli takım hocası olması klüp yönetimi tarafından engellenen Ramalho ise bir sene içinde takımdaki bu dönüşümün en önemli unsuru.
Sao Paolo da ard arda üç şampiyonluk kazanmıştı kendisi bu başarı ile seri a'nın son dönemlerdeki en başarılı hocası ünvanınıda elde etmiş oluyor.
Darısı Fenerbahçemizin başına
30 Kasım 2010 Salı
Barcelona:5 / Rakip Takım: Gözükmedi
Eğer, belkide Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük winnerlarından olacak bir teknik direktörün teknik direktörlük meziyetleri kadar atarlarını konuşuyorsak , Mourinho'dan bu hafta boyunca yeni birşeyler beklemek hakkımızdı. Ama o da başına geleceklerinin farkında olsa gerek; geçmişe nazaran daha sakin gibi gözükmüştü bu sefer. Belkide geçen senenin acısı yeter deyip üstüne gitmek istememişti Barcelona cephesinin. Sahada elbet sürprizleri vardı, maç sonrası konuşmak onun için daha keyifli olacaktı. Ancak geçtiğimiz sezon ona ekmek olarak, su olarak pek bir güzel döndü bu gece. ''Hazmetmesi zor olmayacak.'' cümlesi Barcelona'nın ne büyük bir sarsıntı yarattığının ispatı. Hayır, neden zor olmasın ? Madrid cephesinin bu tip sonuçlara alışmaya başlaması sebebiyle mi? Yoksa Mourinho gerçekten komaya mı girdi seçemedim...
Maçın başından itibaren Mourinho'nun sahadaki tavşanlarını aramaya başladım. İnter'in iki iç bir dış örgülü savunmasını göreceğimi tahmin ettim. Yanılmışım. Golü yiyene kadar Xabi'yi defansın içine gömerek ip gibi dizilmişti Madrid savunması yarısahasının ortasına. Dikine paslaşmalarda duvar olmak isteyen Barcelona'lı ya Madrid savunmasının kucağından çıkamıyordu ya da çıktığı halde o beşliden birisinin kendisini takip edip top aldırmamaya çalışması ile on dakikalık süreçte etkili olamıyordu.. Bu sırada Xavi, İniesta ya da Pedro'nun defans arkası sürpriz bir koşu ile gol bulabileceğini düşünmeye başlamıştım ki Xavi ip gibi savunmayı helva gibi dağıttı.
Yenilen gole rağmen oyun anlayışından vazgeçmeyen Real Madrid savunmasına ikinci darbeyi vurmak Villa'nın göreviydi. Üst düzey konsantrasyon ile oynayan ve kendisine sürekli olarak sert ve darbeli markaj uygulan stoperlerden kurtulmak için kanada çokça geldiği dakikalardan birinde ilgi alaka Villa ve Messi' de olduğu için yine unutulmaması gereken bir adam unutulmuştu. Casillas'ın hatasını da biz unutmayalım tabi.
İlk yarı bittiğinde skor tabelası 2/0 ' ı gösterse de Barcelona çok daha fazlasını oynamıştı. Mourinho başına gelecekleri tahmin etmiş olacak, bence maça başlaması gereken dizilişe dönmüştü ikinci yarı ama Lass-Özil değişikliği de yetmedi Madrid'e. Madrid'e top göstermeyerek hem sinirlerini zıplatan hem de oyun konsantrasyonlarını azaltan Barcelona ölümcül darbeyi Villa ile vurdu. Oyunun kalanı ise halısaha maçından ibaretti. Camp Mou tekrar Camp Nou olmuştu artık.
Mourinho'nun bu kadar kısa sürede sahaya İnter çıkartmasını beklemedim zira İnter'in savunma oyuncularının meziyetlerinin sadece top kazanmaktan, hava topuna çıkmaktan ibaret olmadığını geçen sene yapılan olağanüstü savunmada herkes görmüştü sanırım. Zaten Marcelo'nun oynadığı bir geri dörtlüden o işi beklemekte haksızlık. Ancak ben yine de Mourinho'dan daha dirençli bir ortasaha beklerdim. ''Bu takıma karşı ne oynayacaksın da kazanacaksın?'' demeyeceğim çünkü bu takıma karşı sahaya pek birşey koymadan kazanan bir adama bunu söylemek komik olur. Kişisel tespitim ben bu takımı bir ton hücum oyuncum varken, top oynayarakta yenerim mesajını verme isteğinin ağır bastığı. 5 aylık bir takımsan karşında sahaların tanık olduğu en muhteşem takım varsan mümkün olamazdı ki olmadı da..
Messi attığı pas ve bir iki hoş hareketi dışında beklediğim katkıyı veremedi bugün. Barcelona' nın Mourinho' ya karşı duyduğunu düşündüğüm büyük hırsın Messi'yi de sarmış olacağını düşünmüştüm. Ancak yine atamadı kendisine '' Artist(!) '' diyen Mourinho'nun takımına.
Kasımpaşalı Apaçi Selim'in kankası Ronaldo'ya girişte uygulanan muamele çok gaz yapmış olacak ki o da ayaklarından çok başka uzuvlarını çalıştırdı bu gece. Hoş, böyle bir ortamda ne oynayabilirdi orası da tartışılır.
24 Kasım 2010 Çarşamba
23 Kasım 2010 Salı
Kim Suçlu?
Gömülmeye çalışılan anlayış Alkmaar maçıyla hortlamıştı birkaç sene evvel. Sene sonunda; belki uçağına bindiği anda ''gitme!'' diye yalvaracak binlerce kişi yuhalamıştı Alex'i. Yer etmiş bir kere bünyede; zor vazgeçmek. Ancak o an bunlara karşı duracak birisi vardı kaptanını ayakta alkışlayan. Sözleşmesini yenilerken '' Alex'in burada verecek daha çok şeyi var, bunu herkes görecek'' diyen... Haklıydı, dün birkez daha haklı çıkmıştı. Ama...
Ama dün söyleyecek sözü yoktu. Çünkü sene başından beri söylüyorlardı söyleyeceklerini. Fenerbahçe'nin gerçekten spor klubü olduğunu, ilginin yoğun olduğu branştaki başarısızlığın giderilmesi için çalıştıklarını söylememişti sene başı. Daum haksızdı, kötüydü. Tıp kı Zico ve Aragones gibi. Yine cesaret edilememişti hatalarla yüzleşmeye... O da insandı nihayetinde, keza yönetimdekilerde... Alışkanlıkları vardı günah keçisi seçmek gibi. Dün hoca, bugün hem hoca hem Brezilya !
Onlarda sindiremiyordu futboldaki başarısızlıkları, bakmayın spor klubü söylemlerine; inanmıyorlardı Gamova'nın smaçlarının Trabzon'da kalenin içine girmeyen ikinci top kadar önemli olduğuna. Gözlerine uyku girmiyordu günlerce son anda kaçan şampiyonluklardan sonra. Ama amatör branşlar denilmeliydi, spor klubü denilmeliydi, Gamova-Taurasi-Lavrinoviç denilmeliydi. Hatta ve hatta Daum denilmeliydi, Zico denilmeliydi. Anti-Brezilya denilmeliydi. Yeni bir hedef lazımdı. Kendilerini aklamak için yeni hedef... Klup tarihinin lokomotif spor branşının kazandığı en büyük başarıyı Capello kazandırmıştı zaten. Zico değil... O takımın neredeyse tüm yabancıları şimdi cephe alınan Brezilyalılar değildi zaten... Kovulan tüm hocaları da Adnan Polat getirmişti Aziz Yıldırım yönetimi değil !
(Bknz: Kastamonulu Fanatik Galatasaraylı Aziz Yıldırım)
Evet, dün yine gömülmeye çalışılan anlayış hortladı yeniden. Sene başında hedef Brezilya idi çünkü... Temposuz , vurdumduymaz Brezilyalılar...
Olsun, hocanın medyadaki yakın arkadaşlarından tutun da başkanın medyadaki birinci adamına kadar herkes şikayetçi değil miydi bu Brezilyalılardan?
Aykut Kocaman sene başında altı senede bir kez şampiyon yapan oyunculardan, onların bedenlerine işlemiş kaybetme alışkanlıklarından kurtulmayacak mıydı zaten? Kafasındaki oyun planını anlatırken Brezilyalı karşıtı bir duruş sergilemiyor muydu ? Herkese böyle birşeyin olmadığını bin kere gösterme gösterme imkanına sahipken Kayseri'ye bile Bilica'sız gidip Selçuk'u stopere atması ile bunların doğru olduğunu göstermedi mi defalarca?
Gazetelerde, televizyonlarda kısacası Fenerbahçe adının geçtiği hemen hemen her platformda başkanın ve hocanın Brezilyalıları sildiği konuşulurken Alkmaar maçında sergilenen duruşun sergilenmemesinin bir amacı yok muydu zaten?
Gelinen noktaya üzülmemek elde değil. Keza zaman zaman taraftara kızmamak ta... Ancak suçlu onlar değil benim nazarımda. Medyada taraftarda ne veriyorsan onu yiyor, onu içiyor. Fenerbahçe'li olan herkeste bir Anti-Brezilya havası yaratılırken bunun karşısında durmayanlar, şuan takım içindeki en büyük değerini bin kere hedef gösterenler boş yere '' Islıklamayın'' demesinler tribünlere artık. Fayda etmez çünkü. Bilinmesini gerekiyor ki sene başından beri belkide istemsiz şekilde açılan yola girdi artık taraftar, başka birşey değil... Kimbilir; belki bizim Aykut Kocaman'ı '' Fenerbahçe gibi karışık ve büyük bir camiayı idare edemiyor, çok fazla taraftar gibi davranıyor '' şeklinde eleştirmemizde bundandır ki dün yaşananlarda ortada...
Bu arada Alex'in yuhalandığı yerde Bilica, Andre ve Cris şükretmeli ıslıklandıklarına demiş bir büyüğüm ki ben bunu Fenerbahçe adına senenin sözü ilan ediyorum kendimce. Bu ortamı sözleriyle, davranışlarıyla besleyenlere söylenecek en güzel söz bu olsa gerek...
Fenerbahçe-Bucaspor Maçının Ardından
Bu sezon Fenerbahçe Futbol Takımı ile alakalı attığım postların genellikle '' Tahmin ettiğim gibi bir maç, tahmin ettiğim gibi bir skor..'' şeklinde başladığı gözünüze çarpıyordur. Gerçekten, sezon başından beri takım beklediğimden öte oynayıp; beklediğimden farklı bir skor almamıştı dün akşamki maça kadar. Dün akşam beklentilerin aksine zorlu bir müsabaka bekliyordum ki yaşayan efsane maçı başlamadan bitirdi. Fenerbahçe adına 25. dakikadan sonra zor olan tek şey kalmıştı o da gol yememek !
Aykut Kocaman'ın sezon başında Mert'i oynatmasını zorunluluk, Okan Alkan'ı oynatmasını gösteriş olarak nitelendirmiştim kendimce. Sebeplerim; Volkan'ın bir maç sonra topa vuramıyorken kaleye geçmesi, Okan Alkan'ın hem çok sıkıntı yaratacak mevkide oynamamasından sebep oynatıldığını düşünmem hem de Gökhan'ın sakatlıklarla boğuştuğu haftalardaki zorlu maç trafiğinde birkaç hafta önce güvenilen Okan'a güvenilmemesi idi. Dün yine kısmen bir zaruretten bahsedebilecek olsakta bu sefer Gökay'ın oynamasına diyecek birşey yok. Gökay'ın fiziksel dezavantajlarının sıkıntı yaratabileceği bir mevkide Gökay ile başlamak yürek işi. Hem de takım bu denli çalkantılı bir dönemden geçerken... Aykut Kocaman'ı bu sebepten ötürü tebrik ediyorum.
Maça gelecek olursak; (bence) Fenerbahçe tarihinin en büyük 2/3 oyuncusundan biri olan Alex sonu muallakta olan bir sezonu en güzel hediyelerle geçirttiriyor bize. Medyada şahsına yöneltilen onca haksız eleştiri bir tarafa, antrenörünün sene başından itibaren kendisini her türlü elbisenin içine sokmasına, gereksiz çıkışlar yapmasına aldırmadan sadece işi ile uğraşıyor. Attığı her golden sonra, suratındaki her tebessümden sonra da acı bir tat bırakıyor izleyene... '' Sene sonu bizi neler bekliyor?''
Fenerbahçe'nin Bucaspor'dan gol yemesi gibi konularla çok ilgilenmemeye çalışıyorum. Tavsiyem sizinde bu konuyu çok irdelememeniz, zira derinlemesine düşünmeyi gerektirmeyecek kadar ortada olan bir gerçek varsa o da sezon başından beri söylediğim şey, yani Fenerbahçe'nin sahayı parselleyemediği hatta sahaya rezalet yayıldığıdır. Ligde hiç gol atamamış bir takımdan da iki gol yiyebilirsiniz, futbol bu. Bu sebeple ''bilmem kaç maçta bilmem kaç gol atmış takımdan iki gol yenilir mi?'' muhabbetine girmeyeceğim zira benim için önemli olan sene başından itibaren göremediğim saha parselizasyonu ve hala göbek oyuncularının garip şekilde orta sahada enine dizilmesidir.
Yalnız gözden kaçmaması gereken bir nokta daha var ki beni gerçekten çok şaşırtıyor. O da tüm bu defansif sıkıntılara ve bir takım gibi hareket edilememesine karşın ilk yarının seri ile bitirilmesi durumunda puan durumunda edinilecek yer... Gerçi bence Fenerbahçe futbol takımı mevcut oyuncu kalitesiyle şuan dahi ligin tepesinde olmalıdır ancak bu kadar çok sakatlığın, talihsizliğin olduğu ve değişimden bahsettiğimiz bir ortamda arka arkaya kazanılacak bir kaç maçın takımı getireceği yer gerçekten çok enteresan...
15 Kasım 2010 Pazartesi
Beşiktaş-Fenerbahçe A2 Maçının Ardından
Tatil zamanı bu maç için Nevzat Demir'in yolunu tutma niyetinde olsamda gözümü açtığımda saat 14,00'dı. Bir heves ile önce Fb Tv'yi sonrasında Bjk Tv'yi açtım aç karnıma aldırmadan... Ama Türkiye'nin güzide kluplerinin A takıma aday oyuncularının maçını vermemesine şaşırmadım tabiki.
Beşiktaş 2/1 kazanmış, aldığım habere göre golü de Beykan Şimşek atmış. Beykan önlenemez şekilde yükseliyor, en kısa sürede izleyip izlenimlerimi paylaşacağım burada. Beşiktaş kazanmış dedim, kazanan bir de ben oldum; izlemediğim Beşiktaş'ın izlediğim Fenerbahçe'den daha iyi olduğunu tahmin ederek. Daha alt yaş gruplarının daha koordine ve keyifli oynadığı bir ortamda A2 takımının A takım destekli olarak oyundan bu kadar kopuk olmasının sebebini merak etmiyor değilim. Yine de iki seneye kalmadan bu oyunu çok daha '' bilerek '' oynadığı söylenen U-18 yaş grubunun bu kademeye gelecek olmasını keyif verici.
Beşiktaş 2/1 kazanmış, aldığım habere göre golü de Beykan Şimşek atmış. Beykan önlenemez şekilde yükseliyor, en kısa sürede izleyip izlenimlerimi paylaşacağım burada. Beşiktaş kazanmış dedim, kazanan bir de ben oldum; izlemediğim Beşiktaş'ın izlediğim Fenerbahçe'den daha iyi olduğunu tahmin ederek. Daha alt yaş gruplarının daha koordine ve keyifli oynadığı bir ortamda A2 takımının A takım destekli olarak oyundan bu kadar kopuk olmasının sebebini merak etmiyor değilim. Yine de iki seneye kalmadan bu oyunu çok daha '' bilerek '' oynadığı söylenen U-18 yaş grubunun bu kademeye gelecek olmasını keyif verici.
Andre Santos'un Açıklamaları
Fenerbahçe'nin yedek klubesine hapis olan Brezilya'lı solbeki iddaalara göre ülkesindeki bir gazeteye Antep maçında oynamak istemediğini söylemiş. Sebep olarak ise Brezilya Milli Takımı ile Arjantin'e karşı oynayacağı hazırlık maçını bildirmiş. Resmi site boş durur mu, hemen Santos'un ağzından bir yalanlama metni kaleme alınmış...
Nedir; ne değildir bilemiyorum, yaptığım araştırmalarda sonuçsuz kaldı ancak yakında çıkar kokusu. Benim kişisel tespitim Kazım,Baroni,Santos&Fenerbahçe birlikteliğinin bitme noktasına geldiği yönünde. Şayet böyle bir olayın gerçekliği varsa tanıdığım Aykut Kocaman devre arasında '' Git Brezilya'da çocuklarla oyna şimdi hazırlık maçını'' der, memleketine gönderir Santos'u.
Nedir; ne değildir bilemiyorum, yaptığım araştırmalarda sonuçsuz kaldı ancak yakında çıkar kokusu. Benim kişisel tespitim Kazım,Baroni,Santos&Fenerbahçe birlikteliğinin bitme noktasına geldiği yönünde. Şayet böyle bir olayın gerçekliği varsa tanıdığım Aykut Kocaman devre arasında '' Git Brezilya'da çocuklarla oyna şimdi hazırlık maçını'' der, memleketine gönderir Santos'u.
A Milli Takım Aday Kadrosu
Hazırlık maçı için çağırılan herhangi bir kadroyu eleştirmek pek adetim değildir ancak kadroyu gördüğümde yine Milli Takım aday kadrosu hususunda bazı düşünceler türedi beynimde.
Guus Hiddink Azerbeycan kayıbı ile nihayete eren ilk periyodun sonrasında yeni bir oluşuma gideceğinden, en azından hazırlık maçında yeni isimleri görmeye çalışacağından bahsetmişti. Bence bu çok doğru, yerinde bir karardı. Ancak kadrodaki birkaç yeni isim haricinde pek bir değişiklik göremediğim gibi kimi tercihleri mantık ile izah edemiyorum. Yine de altı üstü bir hazırlık maçıdır demek uğruna uğraş versem de malesef...
Orhan Gülle geçen sezon A2 maçlarında takip ettiğim son derece meziyetli, ilerleyen zamanlarda bu formayı üstünden çıkartmayacak bir oyuncu. Ancak Antep'te ne kadar oynamışta bu formaya layık görülmüş, neye göre çağırılıyor gibi sorular kafamı kurcalamıyor değil. Keza Kayseri'de ki performansı ile büyük takımların da dikkatini çeken solbek oyuncusu Hasan Ali Kaldırım'ın neden Milli Takım'da olmadığını merak etmiyor değilim. Mevlüt ya da Mehmet Topuz'u grup elemelerinde görmek dahi istemedi hoca, taktirine bırakıyorum. Ancak farklı oyuncuları görmek istiyorum dediği bir müsabakada bu iki oyuncunun olmamasını şahsen anlayamadım. Volkan, Servet, Hamit... Daha neyini görmek istiyor Hiddink acaba? Soruların cevaplarını bilen varsa beri gelsin.
Guus Hiddink Azerbeycan kayıbı ile nihayete eren ilk periyodun sonrasında yeni bir oluşuma gideceğinden, en azından hazırlık maçında yeni isimleri görmeye çalışacağından bahsetmişti. Bence bu çok doğru, yerinde bir karardı. Ancak kadrodaki birkaç yeni isim haricinde pek bir değişiklik göremediğim gibi kimi tercihleri mantık ile izah edemiyorum. Yine de altı üstü bir hazırlık maçıdır demek uğruna uğraş versem de malesef...
Orhan Gülle geçen sezon A2 maçlarında takip ettiğim son derece meziyetli, ilerleyen zamanlarda bu formayı üstünden çıkartmayacak bir oyuncu. Ancak Antep'te ne kadar oynamışta bu formaya layık görülmüş, neye göre çağırılıyor gibi sorular kafamı kurcalamıyor değil. Keza Kayseri'de ki performansı ile büyük takımların da dikkatini çeken solbek oyuncusu Hasan Ali Kaldırım'ın neden Milli Takım'da olmadığını merak etmiyor değilim. Mevlüt ya da Mehmet Topuz'u grup elemelerinde görmek dahi istemedi hoca, taktirine bırakıyorum. Ancak farklı oyuncuları görmek istiyorum dediği bir müsabakada bu iki oyuncunun olmamasını şahsen anlayamadım. Volkan, Servet, Hamit... Daha neyini görmek istiyor Hiddink acaba? Soruların cevaplarını bilen varsa beri gelsin.
KALECİLER | |
VOLKAN DEMİREL | FENERBAHÇE |
ONUR RECEP KIVRAK | TRABZONSPOR |
UFUK CEYLAN | GALATASARAY |
SAVUNMA OYUNCULARI | |
GÖKHAN GÖNÜL | FENERBAHÇE |
SABRİ SARIOĞLU | GALATASARAY |
SERVET ÇETİN | GALATASARAY |
SERDAR KESİMAL | KAYSERİSPOR |
İBRAHİM ÖZTÜRK | BURSASPOR |
ERSAN ADEM GÜLÜM | BEŞİKTAŞ |
İSMAİL KÖYBAŞI | BEŞİKTAŞ |
EREN AYDIN | MANİSASPOR |
ORTA SAHA OYUNCULARI | |
HAMİT ALTINTOP | BAYERN MUNCHEN |
YEKTA KURTULUŞ | KASIMPAŞA |
SELÇUK İNAN | TRABZONSPOR |
YİĞİT İNCEDEMİR | MANİSASPOR |
ORHAN GÜLLE | GAZİANTEPSPOR |
NURİ ŞAHİN | B.DORTMUND |
MEHMET EKİCİ | 1.FC NURNBERG |
İBRAHİM AKIN | BÜYÜKŞEHİR BLD.SPOR |
ENGİN BAYTAR | TRABZONSPOR |
HÜCUM OYUNCULARI | |
BURAK YILMAZ | TRABZONSPOR |
UMUT BULUT | TRABZONSPOR |
KAZIM KAZIM | FENERBAHÇE |
14 Kasım 2010 Pazar
Stoke-Liverpool
Bir çiçekle baharın gelmediğini tek hücum gücü kullanılan uzun taçlar(!) olan bir takım karşısında anlamak... Kesik kesik izlediğim maçın hiçbir bölümünde etkili olamayan Liverpool günden güne eriyor. Roy Hodgson ise Rafael Benitez'i aratır hale geldi. Yenilen ilk golü Hıncal Uluç görmemiştir umarım. ''Çemişgezekspor bile yemez bu kadar komik bir golü'' diye giriverirdi cümleye..
Aston Villa-Manchester United
Manchester'ın geri dönüşlerine Bayern finalinden beri alışığız ancak bugün meydana gelen hadise bambaşka... 2. golü bulana kadar Manu'yu ceza sahasına gömen Villa Manu'nun şans meleklerine teslim oldu. Son zamanlarda Manchester'ı böyle ezen başka bir takım görmediğim gibi bu kadar zevkli bir maçta izlememiştim. Maçın tamamını izlemenizi önereceğim ancak muhteşem ikinci yarı varken ondan tamamen alakasız ilk yarıyı izlemek büyük eziyet...
11 Kasım 2010 Perşembe
Hiç Bitmesin
"Hakem olayla ilgili raporunu yazacak. Kötü bir hakem olduğunu söyleyemem çünkü çok berbat bir hakem. Kendisinin istatistiklerine bakmanız yeterli. Onu yargılayacak kişi ben değilim ancak genelde hakemlerin istatistiklerini incelerim. Ligde yaklaşık 50 maç yönetmiş ve 250'nin üstünde sarı kart ve 14-15 kırmızı kart göstermiş. Bu maçta ise 2 kırmızı kart 10 sarı kart gösterdi. Ben çok kötü bir hakemimdir, ama sanırım bu maçı kart göstermeden yönetirdim."
5-1 kazanılan Murcia maçında kırmızı kart gören Mourinho'nun açıklamaları...
New York'ta Beş Minare Üzerine
Girişte belirtmem gereken çok önemli iki husus var ki bunlardan önemli olanı bu yazının aşırı derecede spoiler içereceğidir. İzlemeyenler için yazının sonlarına bir toparlama yapacağım ancak üstünde yazan onca şeyi okumadan son paragrafı okumak ta zor olsa gerek. Bu sebeple filmi izlemeyenlerin bu postu es geçmelerini tavsiye ediyorum. İkinci olarak belirtmem gereken husus ise bir filmi değerlendirirken oyunculuk ve kurguyu bireyselden çok bütünsel olarak değerlendirdiğimdir. Elbette kimi oyunculardan ve sahnelerden bahsedeceğiz ancak benim için daha önemli olan filmin sonunda elimde kalanın ne olduğudur.
Filme gitmeden önce Mahsun Kırmızıgül'e - dolayısı ile filmine - yönelik en ufak bir önyargı beslemiyordum. ( Daha girişten işin rengini belli mi ettim ne? Devam efendim. ) Film iyi de olsa kötü de olsa Mahsun Kırmızıgül'ün sürekli olarak kendisi geliştirme çabasında olduğunu son altı-yedi yılını ve bu süreçten çok az daha öncesini gözümün önüne getirdip ufak bir kaşılaştırma yaptığımızda net bir şekilde anlayabiliyoruz ki önümüzde İbrahim Tatlıses vb. birçok örnek varken bu bahsettiğim takdir edilesi bir olay. Ortada başkalarının takdirine bırakılan bir iş varken olumsuz birçok eleştiri gelmesi gayet doğaldır, ancak ; ben sahnelerden perdeye geçerek büyük bir cesaret gösteren ( ki bunu çakılma riski olduğu halde büyük paralar harcayarak yaptı. ) Mahsun Kırmızıgül' e bu bahsettiğim sebepten ötürü olağandan biraz daha fazla tolerans gösteriyorum diyebilirim.
Filme gelirsek...İlk etapta fragmanlarının pazarladığı ''iş''i tam anlamıyla göremediğimi söylemem gerekiyor sanırım. Fragmanları izlediğinizde filmde göreceğinizden daha iyi bir senaryo, daha iyi bir kurgu bekliyorsunuz. Ancak filmi izledikten sonra şayet bir kez daha filmin fragmanını izlerseniz söylediğimi daha net anlayacaksınız. Şöyle ki fragman '' bu filmi kesin izlemeliyim, mükemmel bir işe benziyor.'' dedirtmesine karşın film bitiminde salondan çıkarken kafanızda birtakım soru işaretleri kalıyor. Eve gidene kadar da bu soruları cevaplamaya çalışıyorsunuz. Oysaki ben izlediğim filmlerden gayet tabi fragmanını detaylandırmasını bekliyorum. Bu konuda fragmanın filmden daha bir '' bütün '' olduğunu söyleyebiliriz zira bir fragmandan beklediğiniz çok birşey yoktur, zaten olay filmin tamamındadır. Ancak filmin tamamını elimize aldığımızda söylediğim gibi eksik kalan birçok nokta olması müthiş aksiyon sahneleri ve Haluk Bilginer'in olağanüstü oyunculuğuna rağmen ortadaki işin, tanıtım safhasında yaratılan beklentileri karşılayamamasına sebep oluyor.
Nedir bu beklentiler? Sağlam ve basit hatalardan arınmış bir senaryo, herhangi bir sorguya tabi tutulmadan bütünlüğü onaylanacak bir kurgu... Ancak izlerken düşündüklerimi film bitiminde okuyunca, bu basit hataların ve eksik kurgunun göze tahmin ettiğim derecede battığını farkettim. Bu konuda birçok örnek verilebilir ancak bir seçmece yaparsak Hacı'nın FBİ'in elinden alınması, FBİ'in Hacı'nın yanına sadece iki Türk Polis koyarak araca bindirmesi gibi gariplikler söz konusu. Yine Hacı'nın kızının izlenmesine rağmen gelinlikle babasını ziyaretinde Hacı'nın ele geçirilmeyip ortada hiç bir ipucu yokken tüm Amerikan teşkilatının bir anda Gökdelen'e çökmesi de en az operasyon bitiminde Amerika'da kendileri çalıp kendileri oynayan Türk Polislere teşekkür etmeleri kadar garip. Ama en barizi de Deccal isimli, sokakta görseniz korkudan kilitleneceğiniz karakterin dibine sokulan, filmin başlangıcında metro'da gördüğümüz polisin Deccal'in yanında olmasına karşın aranılan adamın yanında olduğu adam olduğunun haberini öldükten sonra uçurması sanırım. Eh Deccal'in zart diye yakalanıp zurt diye Hacı'nın yanına atıldıktan sonra cihad olgusunda bir de ayar yemesini söylemiyorum bile. Bu kadar sıkıntı yaratan bir adamın nasıl yakalandığını bilmek hakkımızdı ama olmadı. Unutmadan Mahsun'un babasını öldüren adamın - ki kendisi Hacı'nın abisi olur.- Mahsun'un babasını neden öldürdüğünü bilmekte hakkımızdı, ancak bunu bilmememiz ateş ettiği silahtan parmak izinin çıkmaması kadar düşündürücü oldu tabi. Kısacası böyle muhteşem bir oyuncu kadrosu ve harcanan büyük paralara karşılık koskocaman bir paragraf dolusu mantık hatası olmamalıydı. Mahsun kendisine dublaj yapar gibi durmamalıydı. Ancak tahminime göre çok uzun zamandır düşünülen ve düşünülene karşılık olarak çekilse altı-yedi saat sürecek bir filmi kısaltmak istediğiniz zaman , zamanlar arasında geçiş ve kurgu problemi yaşadığınız gibi böyle basit hatalarla da karşılaşabiliyorsunuz. Yoksa babasını kaybettiği günden beri intikam ateşiyle tutuşan bir gencin iki lafa kanmayacağını hepimiz biliyoruz.
Filmin vermek istediği mesajı verip vermediği konusuna gelirsek verdiğini söyleyebiliriz. Ancak ana fikir bu kadar göze sokulmamalıydı diye düşünüyorum. Evet, İslamiyet'i Hacı Gümüş karakteri gibi yaşayan insanlar yok değil ki başarılı bir şekilde Deccal ile Hacı Gümüş gibilerin karıştırılmaması gerektiği de ortaya konulmuş. Ancak konu bu denli aşırı bir şekilde işlenmemeliydi diye düşünüyorum. Bu mesaj kaygısı yerine bir bütünlük kaygısı yaşanıp film basit hatalardan arındırılsaydı hem izleyici '' acaba yanlış mı anladım '' diye düşünüp yer yer filmden kopmazdı hem de verilmek istenilen mesaj Hacı Gümüş'ün Deccal'e ayarı kadar kararında olurdu. Olayı futbol içi bir örnekle anlatmak gerekirse Mahsun Kırmızıgül'den Xavi inceliğinde asist beklemedim.Ancak Ümit Özat'ın sağ dışı kadar kalın bir asistte beklemedim...
Oyuncuları değerlendireceğim ancak itiraf etmek gerekir ki dikkatim daha çok Mahsun Kırmızıgül ve Mustafa Sandal üzerinde idi.Ancak Haluk Bilginer sağolsun, Doğu şivesini abarttığını düşünsem de yine muhteşem bir oyunculuk çıkartıp dikkatimi dağıtmayı başarıp kendisine bir kez daha hayran bıraktı. Yine de Mahsun Kırmızıgül'ün, kendisine yaptığı dublaj ve renksizliği gözlerden kaçmadı. Vasat bir oyunculuk sergilediğini düşünüyorum. Filmi izlerken her an dans etmeye başlayacağı korkusu duyduğum Mustafa Sandal'ı ise başarılı buldum. Yine okuduğum yorumların aksine bence rolü üzerine iyi oturmuştu.
Özet geçmek gerekirse çok geniş bir konunun basit bir sebep üzerinden işlenmesi ve o basit sebepin ne olduğunu öğrenmek için filmin sonunu beklememiz olumsuzluk olarak göze çarpsada filmin başındaki aksiyon sahnesi, genel itibari ile oyunculuklar ve sahneler(çeşitlilik bakımından) filmin güzel tarafları. Hala Mahsun'un soy ismini değiştirip polis olması nasıl filmin sonunda anlaşıldı anlamasam da filmi izlediğiniz taktirde vakit kaybı gözüyle bakmayacağınızı düşünüyorum.
He izledikten sonra; Amerika'da yaşayan, Malezya vb ülkelere giden Hacı Gümüş'ün Türkiye'de herhangi bir karakteri temsil edip etmediği sorusunun aklınıza gelip gelmediğini, Mahsun'un bu konuyu bilinçli bir şekilde kaşıyıp kaşımadığını değerlendirirseniz sevinirim.
Filme gitmeden önce Mahsun Kırmızıgül'e - dolayısı ile filmine - yönelik en ufak bir önyargı beslemiyordum. ( Daha girişten işin rengini belli mi ettim ne? Devam efendim. ) Film iyi de olsa kötü de olsa Mahsun Kırmızıgül'ün sürekli olarak kendisi geliştirme çabasında olduğunu son altı-yedi yılını ve bu süreçten çok az daha öncesini gözümün önüne getirdip ufak bir kaşılaştırma yaptığımızda net bir şekilde anlayabiliyoruz ki önümüzde İbrahim Tatlıses vb. birçok örnek varken bu bahsettiğim takdir edilesi bir olay. Ortada başkalarının takdirine bırakılan bir iş varken olumsuz birçok eleştiri gelmesi gayet doğaldır, ancak ; ben sahnelerden perdeye geçerek büyük bir cesaret gösteren ( ki bunu çakılma riski olduğu halde büyük paralar harcayarak yaptı. ) Mahsun Kırmızıgül' e bu bahsettiğim sebepten ötürü olağandan biraz daha fazla tolerans gösteriyorum diyebilirim.
Filme gelirsek...İlk etapta fragmanlarının pazarladığı ''iş''i tam anlamıyla göremediğimi söylemem gerekiyor sanırım. Fragmanları izlediğinizde filmde göreceğinizden daha iyi bir senaryo, daha iyi bir kurgu bekliyorsunuz. Ancak filmi izledikten sonra şayet bir kez daha filmin fragmanını izlerseniz söylediğimi daha net anlayacaksınız. Şöyle ki fragman '' bu filmi kesin izlemeliyim, mükemmel bir işe benziyor.'' dedirtmesine karşın film bitiminde salondan çıkarken kafanızda birtakım soru işaretleri kalıyor. Eve gidene kadar da bu soruları cevaplamaya çalışıyorsunuz. Oysaki ben izlediğim filmlerden gayet tabi fragmanını detaylandırmasını bekliyorum. Bu konuda fragmanın filmden daha bir '' bütün '' olduğunu söyleyebiliriz zira bir fragmandan beklediğiniz çok birşey yoktur, zaten olay filmin tamamındadır. Ancak filmin tamamını elimize aldığımızda söylediğim gibi eksik kalan birçok nokta olması müthiş aksiyon sahneleri ve Haluk Bilginer'in olağanüstü oyunculuğuna rağmen ortadaki işin, tanıtım safhasında yaratılan beklentileri karşılayamamasına sebep oluyor.
Nedir bu beklentiler? Sağlam ve basit hatalardan arınmış bir senaryo, herhangi bir sorguya tabi tutulmadan bütünlüğü onaylanacak bir kurgu... Ancak izlerken düşündüklerimi film bitiminde okuyunca, bu basit hataların ve eksik kurgunun göze tahmin ettiğim derecede battığını farkettim. Bu konuda birçok örnek verilebilir ancak bir seçmece yaparsak Hacı'nın FBİ'in elinden alınması, FBİ'in Hacı'nın yanına sadece iki Türk Polis koyarak araca bindirmesi gibi gariplikler söz konusu. Yine Hacı'nın kızının izlenmesine rağmen gelinlikle babasını ziyaretinde Hacı'nın ele geçirilmeyip ortada hiç bir ipucu yokken tüm Amerikan teşkilatının bir anda Gökdelen'e çökmesi de en az operasyon bitiminde Amerika'da kendileri çalıp kendileri oynayan Türk Polislere teşekkür etmeleri kadar garip. Ama en barizi de Deccal isimli, sokakta görseniz korkudan kilitleneceğiniz karakterin dibine sokulan, filmin başlangıcında metro'da gördüğümüz polisin Deccal'in yanında olmasına karşın aranılan adamın yanında olduğu adam olduğunun haberini öldükten sonra uçurması sanırım. Eh Deccal'in zart diye yakalanıp zurt diye Hacı'nın yanına atıldıktan sonra cihad olgusunda bir de ayar yemesini söylemiyorum bile. Bu kadar sıkıntı yaratan bir adamın nasıl yakalandığını bilmek hakkımızdı ama olmadı. Unutmadan Mahsun'un babasını öldüren adamın - ki kendisi Hacı'nın abisi olur.- Mahsun'un babasını neden öldürdüğünü bilmekte hakkımızdı, ancak bunu bilmememiz ateş ettiği silahtan parmak izinin çıkmaması kadar düşündürücü oldu tabi. Kısacası böyle muhteşem bir oyuncu kadrosu ve harcanan büyük paralara karşılık koskocaman bir paragraf dolusu mantık hatası olmamalıydı. Mahsun kendisine dublaj yapar gibi durmamalıydı. Ancak tahminime göre çok uzun zamandır düşünülen ve düşünülene karşılık olarak çekilse altı-yedi saat sürecek bir filmi kısaltmak istediğiniz zaman , zamanlar arasında geçiş ve kurgu problemi yaşadığınız gibi böyle basit hatalarla da karşılaşabiliyorsunuz. Yoksa babasını kaybettiği günden beri intikam ateşiyle tutuşan bir gencin iki lafa kanmayacağını hepimiz biliyoruz.
Filmin vermek istediği mesajı verip vermediği konusuna gelirsek verdiğini söyleyebiliriz. Ancak ana fikir bu kadar göze sokulmamalıydı diye düşünüyorum. Evet, İslamiyet'i Hacı Gümüş karakteri gibi yaşayan insanlar yok değil ki başarılı bir şekilde Deccal ile Hacı Gümüş gibilerin karıştırılmaması gerektiği de ortaya konulmuş. Ancak konu bu denli aşırı bir şekilde işlenmemeliydi diye düşünüyorum. Bu mesaj kaygısı yerine bir bütünlük kaygısı yaşanıp film basit hatalardan arındırılsaydı hem izleyici '' acaba yanlış mı anladım '' diye düşünüp yer yer filmden kopmazdı hem de verilmek istenilen mesaj Hacı Gümüş'ün Deccal'e ayarı kadar kararında olurdu. Olayı futbol içi bir örnekle anlatmak gerekirse Mahsun Kırmızıgül'den Xavi inceliğinde asist beklemedim.Ancak Ümit Özat'ın sağ dışı kadar kalın bir asistte beklemedim...
Oyuncuları değerlendireceğim ancak itiraf etmek gerekir ki dikkatim daha çok Mahsun Kırmızıgül ve Mustafa Sandal üzerinde idi.Ancak Haluk Bilginer sağolsun, Doğu şivesini abarttığını düşünsem de yine muhteşem bir oyunculuk çıkartıp dikkatimi dağıtmayı başarıp kendisine bir kez daha hayran bıraktı. Yine de Mahsun Kırmızıgül'ün, kendisine yaptığı dublaj ve renksizliği gözlerden kaçmadı. Vasat bir oyunculuk sergilediğini düşünüyorum. Filmi izlerken her an dans etmeye başlayacağı korkusu duyduğum Mustafa Sandal'ı ise başarılı buldum. Yine okuduğum yorumların aksine bence rolü üzerine iyi oturmuştu.
Özet geçmek gerekirse çok geniş bir konunun basit bir sebep üzerinden işlenmesi ve o basit sebepin ne olduğunu öğrenmek için filmin sonunu beklememiz olumsuzluk olarak göze çarpsada filmin başındaki aksiyon sahnesi, genel itibari ile oyunculuklar ve sahneler(çeşitlilik bakımından) filmin güzel tarafları. Hala Mahsun'un soy ismini değiştirip polis olması nasıl filmin sonunda anlaşıldı anlamasam da filmi izlediğiniz taktirde vakit kaybı gözüyle bakmayacağınızı düşünüyorum.
He izledikten sonra; Amerika'da yaşayan, Malezya vb ülkelere giden Hacı Gümüş'ün Türkiye'de herhangi bir karakteri temsil edip etmediği sorusunun aklınıza gelip gelmediğini, Mahsun'un bu konuyu bilinçli bir şekilde kaşıyıp kaşımadığını değerlendirirseniz sevinirim.
10 Kasım 2010 Çarşamba
Blog Hakkında...
Bu sıralar blogu çok boşladığımızın farkındayım. Mazeretlerden hoşlanmadığımdan bu bölümü es geçiyorum. Önümüzdeki ay daha tempolu ve yoğun bir şekilde blogu güncelleyeceğimi bildirir ay sonuna kadar yazmayı düşündüğüm, sözünü verdiğim yazıların listesini şuracığa bırakıveririm:
1-Batuhan Karadeniz röportajı ve düşündürdükleri
2-Gökay İravul portresi
3-Okan Alkan'ın önlenemez yükselişi
4-Fenerbahçe'nin genç takımları üzerine değerlendirme
Araya A2,u-18 maçları da sıkışıverir belki..
1-Batuhan Karadeniz röportajı ve düşündürdükleri
2-Gökay İravul portresi
3-Okan Alkan'ın önlenemez yükselişi
4-Fenerbahçe'nin genç takımları üzerine değerlendirme
Araya A2,u-18 maçları da sıkışıverir belki..
28 Ekim 2010 Perşembe
Bizde Desek İnanır mısın Peki?
Fenerbahçe taraftarını çok özlediğini dile getiren Güiza, "Taraftarımız, bana geldiğim ilk günden itibaren çok destek oldu, en zor zamanlarda hep yanımda oldular. Ben onları hayal kırıklığına uğrattığımı biliyorum fakat bundan sonra onlara şampiyonluk mutluluğunu yaşatmak için elimden geleni yapacağım. İlk golü atmak ve bunu onlara hediye etmek için sabırsızlanıyorum. Onları çok özledim" diye konuştu.
26 Ekim 2010 Salı
Fenerbahçe Değerlendirmesi ve Sakatlık Raporu
Daha önceki yazılarda sürekli olarak Fenerbahçe'nin çok kuvvetli bir kadroya sahip olduğundan bahsettim. Hatta bence ligin en kaliteli kadrosu Fenerbahçe'ye ait. Sakatlık ve formsuzluklardan dolayı ön libero mevkisinde sıkıntılar oluşmaya başlasada sezon başı itibari ile kadroyu tartıya koyduğumda gerek oyuncuların bireysel meziyetleri, gerek takım oyununa yatkınlıkları, gerek futbol altyapıları anlamında rakiplerimizin önünde olduğunu düşünüyorum.
Yöneticiler bu sene çok riskli bir karar alarak takımı Aykut Kocaman'a teslim ettiler. Bunda kendilerininde kredilerinin tükenme noktasına gelmesi sebebiyle taraftarın itiraz edemeyeceği bir efsane ile kendilerine nefes alma alanı yaratma isteğide etkili oldu.
Esasen Aykut Kocaman'ın gerek söylemleri gerek transfer mentalitesi ile taraftara güven veren bir başlangıç yaptığına inanıyorum. Ancak Galatasaray derbisinden sonrada irdelediğim gibi Fenerbahçe futbol takımı geçmiş yıllardaki kimliğinden sıyrılmak isterken kimliksiz kalarak kazanması gereken maçların hiç birinde sahada varlık gösteremedi.
Aykut Kocaman'ın gerek sezon başı gerek sezon içi demeçlerinden çıkan sonuca göre kendisi, oyunu rakip yarı sahada oynayacak, aktif olarak yer ve yön değiştirerek rakibin dengesini bozacak, diri ve yaratıcı bir takım yaratmak isteğinde.Aslında Fenerbahçe takımı ve tarihinde yer etmiş ancak varlığının takımı direkt olarak kendisine bağladığını düşündüğü Alex'in kariyerinin son senelerinde olması sebebiyle bu düşüncelerde olmasına karşı birşey söylenmesini söz konusu dahi görmüyorum. Ancak zaman zaman burada yazdıklarımdan bizzat tanık olduğunuz üzere çok sert eleştirilerde bulunduğum Aykut Kocaman'ın bu çok hassas dönüşümü çok keskin ve dengesiz kararlarla çok daha sancılı bir hale getirdiği düşünüyorum. Sürekli olarak konuşulan Alex mevzusunun önüne geçememesi, takımı çok kritik maçların kimisinde uzun zamandır lideri olan oyuncudan yoksun bırakıp umulmadık zamanlarda şapkadan Alex çıkartması Alex'i, dolayısı ile Fenerbahçe ve kendisinide zor durumda bırakıyor.
Kimi oyuncuların performansı çok kötü olsada; formasında yazan isim ve numaradan sebep takım arkadaşlarının tercihlerinde son derece belirleyici olur. Çok uzun süredir takıma verdikleri itibari ile bu tablo sorgulanamaz zira geldiği günden itibaren takımın en önemli kozu olan bir oyuncudan bahsediyoruz. Tablo böyle iken ben Aykut Kocaman'dan takımın Alex ile kazanmaya alışık olduğu maçlarda, takımın dününde ve bugününde çok etkili olan bu adamın performansını maksimize edecek şablon ile sahada olmasını bekliyordum. Saha dışındaki sert ve kararlı duruşu bir tarafa, Aykut Kocaman saha içinde de öyle kararlar ve kadrolar çıkartıp Alex'ten fayda bekledi ki eleştirilerimin temellerinden biri de budur aslında. Futbol müsabakasının kazanıldığı yerin ortasaha olduğu gerçeğinden uzak bir şekilde birbirinden son derece bağımsız şekilde yapılan ortasaha denemeleri önemli maçlarda alınan sonuçları malesef istikrarlı hale getirdi.
Tabi bunun yanında başka sorunlarda göze batıyor. Gün geldi Zico döneminin Alex'li Fenerbahçe'sini gördük sahada. Gün geldi Alex'siz 4/3/3 ve 4/4/2 denemeleri ile karşılaştık. Sonunda ise Alex'li olan tam anlamıyla 4/2/4 olarak sahaya yansıyan bir şablon gördük sahada. Sürekli değişen dizilişler saha içi organizasyonunu son derece olumsuz etkiledi. Sürekli vurguladığımız '' alan parselizasyonu '' hususunda hiçbir temel atılamadı ki Aykut Kocaman'ın kafasındaki Fenerbahçe için skordan da önemli olan buydu. Zira kendisi zor bir iş seçmiş, zor bir makama oturmuş ve zor şeyler başarmak istediğini söylüyordu. Ancak sürekli olarak değişen kadro ve şablon değişikleri itibari Fenerbahçe'nin sahaya dizilişi hala sahaya oturamadı.
Bahsettiklerimize ilave olarak Kazım Richards'a karşı gösterilen fevri tavır, Andre Santos'un adım adım klubeye hapsedilmesi, Cristian medya önünde övülüp bir kesim futbol yorumcusuna gönderme dahi yapıldıktan sonra oyuncuyu bir anda kenara atmak gibi hususlar eklenebilir. Kısacası olay Alex'ten ibaret değil, genel olarak Aykut Kocaman'ın son derece dengesiz, değişken ve sert kararlar aldığı ortada. Bir sene önce takımın en önemli oyuncuları olan isimlerin karşılaştıkları tavrın takımı etkilememesi düşünülemez ki oyuncularla yaşananların yanına sürekli değişen taktik denemeleri eklenince Fenerbahçe'nin en iyi oynadığı maçları neden bu kadar başarısız geçtiğide ortaya çıkıyor.
Fenerbahçe'nin Young Boys ya da Paok'u eleme zorunluluğunu bir tarafa koyarsak keskin bir virajı almaya çalışan takımın bu kayıplarını, geçilmeye çalışılan farklı bir futbol kimliği vb. gibi sebeplerle tolere edebiliriz. Evet, Fenerbahçe Paok veya Young Boys'u elemeliydi, kadrosu ve hedefleri itibari ile bu bir zorunluluktu. Ancak ben Avrupa arenasında saf dışı kalmamızı yerleştirilmeye çalışılan farklı düşüncelere bağlayıp farklı bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Young Boys futbol karakteri itibari ile göze hoş gelen işler yapmaya çalıştı sahada. Riskli ancak izleyene bir o kadarda keyif veren bir anlayıştı bu. Paok cephesinde ise işler çok farklıydı. King Otto'nun Yunanistan'ının kazandığı başarı klup takımlarında çok fazla tesir etmiş olacak ki Paok çok kapalı bir futbol anlayışını tercih etmişti. İşte Fenerbahçe kendisinden siklet olarak çok aşağıda olup farklı futbol anlayışı benimsemiş bu iki takıma da direnç gösteremedi. Sahada büyük takım duruşunu yansıtamadı. Bunu sezon başı olmasına bağlamaya çalıştık. Ancak günler geçtikçe açılan Trabzonspor'a veya kapanan Galatasaray'a karşı hala Fenerbahçe'nin oyununu kabul ettiremediğini görünce bu konuda herhangi bir adım atılmadığı ortaya çıkıyor. Evet, Aykut Kocaman'dan inanılmaz dominant bir takım beklemeye hakkımızın olmadığının farkındayım, netice itibari ile alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Ancak sezon başında karşılaşan tablo ile sezonun üçte birlik periyodu geride bırakılırken karşılaşılan tablo aynı ise orada bir sıkıntı olduğu ortadadır.
Detaylıca irdelenmesi gereken başka bir konu ise Aykut Kocaman'ın pas futbolu temelinde oynatmayı düşündüğü Fenerbahçe'si... Geçtiğimiz sezonlarda gerek kanat gerek forvet oyuncuları anlamında çok ciddi sıkıntılar yaşayan, şimdiki oyuncu kalitesinin yanından geçemeyen Fenerbahçe takımı bu hususta hep zirvede yer almıştı. Sezon sonları itibari ile ''topla en çok oynayan, en fazla isabetli pas yapan takım'' gibi istatistiklerde hep liderdi. Ancak artan oyuncu kalitesi ile ters orantılı olarak Fenerbahçe'nin topla oynama yüzdesi ve maç başına düşen isabetli pas sayısı gibi istatistiki verilerde bir düşüş gözüküyor ki bu ciddi maharet isteyen bir olay. Ligin en iyi pas yapan takımına daha fazla pas yaptıracağım diyip onu ortalama bir Anadolu Takımı görünümüne sokan sebep yine Aykut Kocaman'ın taktiksel düşüncelerindeki dengesizlik ve de oyunculara istediğini doğru şekilde anlatamamasından başka birşey değil bence.
Saydığım sebeplerden ötürü ben Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'ye verdiğinin sadece basında paylaştıklarından ibaret olduğunu düşünüyorum. Söylenilen sözler, verilen vaatler ile icraatleri karşılaştırdığımda malesef elimde hiç birşey kalmıyor. Ancak yinede gençlere verdiği güven, camiamızın çok önemli bir ismi olması ve tecrübe eksikliği sebebiyle en az sezon sonuna kadar arkasında durulması gerektiğini düşünüyorum.
Aykut Kocaman ve Fenerbahçe değerlendirmesini burada bitirip başlığın ikinci kısmına dair birkaç birşey karalama isteğindeyim. Ligin daha üçte birlik bölümü geride kalmasına rağmen Fenerbahçe klubesi bir bir boşalıyor. Yaşanılan sakatlıkların çoğunun darbeye bağlı olarak ortaya çıkması hususunda gerek Aykut Kocaman'ın gerek yönetimin sert bir duruş sergilemesini ve medyayı bu olayı incelemeye yönlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira Dia oynadığı tüm maçlarda yerden kalkamamıştı şimdi ise ilk yarıyı kapattığı söyleniyor. Keza Niang'ta güçlü fiziğine rağmen öyle hırpalanmış olacak ki Bursa deplasmanında oynayamayacak. Buna daha fazla göz yumulmamalı.
Yöneticiler bu sene çok riskli bir karar alarak takımı Aykut Kocaman'a teslim ettiler. Bunda kendilerininde kredilerinin tükenme noktasına gelmesi sebebiyle taraftarın itiraz edemeyeceği bir efsane ile kendilerine nefes alma alanı yaratma isteğide etkili oldu.
Esasen Aykut Kocaman'ın gerek söylemleri gerek transfer mentalitesi ile taraftara güven veren bir başlangıç yaptığına inanıyorum. Ancak Galatasaray derbisinden sonrada irdelediğim gibi Fenerbahçe futbol takımı geçmiş yıllardaki kimliğinden sıyrılmak isterken kimliksiz kalarak kazanması gereken maçların hiç birinde sahada varlık gösteremedi.
Aykut Kocaman'ın gerek sezon başı gerek sezon içi demeçlerinden çıkan sonuca göre kendisi, oyunu rakip yarı sahada oynayacak, aktif olarak yer ve yön değiştirerek rakibin dengesini bozacak, diri ve yaratıcı bir takım yaratmak isteğinde.Aslında Fenerbahçe takımı ve tarihinde yer etmiş ancak varlığının takımı direkt olarak kendisine bağladığını düşündüğü Alex'in kariyerinin son senelerinde olması sebebiyle bu düşüncelerde olmasına karşı birşey söylenmesini söz konusu dahi görmüyorum. Ancak zaman zaman burada yazdıklarımdan bizzat tanık olduğunuz üzere çok sert eleştirilerde bulunduğum Aykut Kocaman'ın bu çok hassas dönüşümü çok keskin ve dengesiz kararlarla çok daha sancılı bir hale getirdiği düşünüyorum. Sürekli olarak konuşulan Alex mevzusunun önüne geçememesi, takımı çok kritik maçların kimisinde uzun zamandır lideri olan oyuncudan yoksun bırakıp umulmadık zamanlarda şapkadan Alex çıkartması Alex'i, dolayısı ile Fenerbahçe ve kendisinide zor durumda bırakıyor.
Kimi oyuncuların performansı çok kötü olsada; formasında yazan isim ve numaradan sebep takım arkadaşlarının tercihlerinde son derece belirleyici olur. Çok uzun süredir takıma verdikleri itibari ile bu tablo sorgulanamaz zira geldiği günden itibaren takımın en önemli kozu olan bir oyuncudan bahsediyoruz. Tablo böyle iken ben Aykut Kocaman'dan takımın Alex ile kazanmaya alışık olduğu maçlarda, takımın dününde ve bugününde çok etkili olan bu adamın performansını maksimize edecek şablon ile sahada olmasını bekliyordum. Saha dışındaki sert ve kararlı duruşu bir tarafa, Aykut Kocaman saha içinde de öyle kararlar ve kadrolar çıkartıp Alex'ten fayda bekledi ki eleştirilerimin temellerinden biri de budur aslında. Futbol müsabakasının kazanıldığı yerin ortasaha olduğu gerçeğinden uzak bir şekilde birbirinden son derece bağımsız şekilde yapılan ortasaha denemeleri önemli maçlarda alınan sonuçları malesef istikrarlı hale getirdi.
Tabi bunun yanında başka sorunlarda göze batıyor. Gün geldi Zico döneminin Alex'li Fenerbahçe'sini gördük sahada. Gün geldi Alex'siz 4/3/3 ve 4/4/2 denemeleri ile karşılaştık. Sonunda ise Alex'li olan tam anlamıyla 4/2/4 olarak sahaya yansıyan bir şablon gördük sahada. Sürekli değişen dizilişler saha içi organizasyonunu son derece olumsuz etkiledi. Sürekli vurguladığımız '' alan parselizasyonu '' hususunda hiçbir temel atılamadı ki Aykut Kocaman'ın kafasındaki Fenerbahçe için skordan da önemli olan buydu. Zira kendisi zor bir iş seçmiş, zor bir makama oturmuş ve zor şeyler başarmak istediğini söylüyordu. Ancak sürekli olarak değişen kadro ve şablon değişikleri itibari Fenerbahçe'nin sahaya dizilişi hala sahaya oturamadı.
Bahsettiklerimize ilave olarak Kazım Richards'a karşı gösterilen fevri tavır, Andre Santos'un adım adım klubeye hapsedilmesi, Cristian medya önünde övülüp bir kesim futbol yorumcusuna gönderme dahi yapıldıktan sonra oyuncuyu bir anda kenara atmak gibi hususlar eklenebilir. Kısacası olay Alex'ten ibaret değil, genel olarak Aykut Kocaman'ın son derece dengesiz, değişken ve sert kararlar aldığı ortada. Bir sene önce takımın en önemli oyuncuları olan isimlerin karşılaştıkları tavrın takımı etkilememesi düşünülemez ki oyuncularla yaşananların yanına sürekli değişen taktik denemeleri eklenince Fenerbahçe'nin en iyi oynadığı maçları neden bu kadar başarısız geçtiğide ortaya çıkıyor.
Fenerbahçe'nin Young Boys ya da Paok'u eleme zorunluluğunu bir tarafa koyarsak keskin bir virajı almaya çalışan takımın bu kayıplarını, geçilmeye çalışılan farklı bir futbol kimliği vb. gibi sebeplerle tolere edebiliriz. Evet, Fenerbahçe Paok veya Young Boys'u elemeliydi, kadrosu ve hedefleri itibari ile bu bir zorunluluktu. Ancak ben Avrupa arenasında saf dışı kalmamızı yerleştirilmeye çalışılan farklı düşüncelere bağlayıp farklı bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Young Boys futbol karakteri itibari ile göze hoş gelen işler yapmaya çalıştı sahada. Riskli ancak izleyene bir o kadarda keyif veren bir anlayıştı bu. Paok cephesinde ise işler çok farklıydı. King Otto'nun Yunanistan'ının kazandığı başarı klup takımlarında çok fazla tesir etmiş olacak ki Paok çok kapalı bir futbol anlayışını tercih etmişti. İşte Fenerbahçe kendisinden siklet olarak çok aşağıda olup farklı futbol anlayışı benimsemiş bu iki takıma da direnç gösteremedi. Sahada büyük takım duruşunu yansıtamadı. Bunu sezon başı olmasına bağlamaya çalıştık. Ancak günler geçtikçe açılan Trabzonspor'a veya kapanan Galatasaray'a karşı hala Fenerbahçe'nin oyununu kabul ettiremediğini görünce bu konuda herhangi bir adım atılmadığı ortaya çıkıyor. Evet, Aykut Kocaman'dan inanılmaz dominant bir takım beklemeye hakkımızın olmadığının farkındayım, netice itibari ile alışkanlıklardan vazgeçmek zordur. Ancak sezon başında karşılaşan tablo ile sezonun üçte birlik periyodu geride bırakılırken karşılaşılan tablo aynı ise orada bir sıkıntı olduğu ortadadır.
Detaylıca irdelenmesi gereken başka bir konu ise Aykut Kocaman'ın pas futbolu temelinde oynatmayı düşündüğü Fenerbahçe'si... Geçtiğimiz sezonlarda gerek kanat gerek forvet oyuncuları anlamında çok ciddi sıkıntılar yaşayan, şimdiki oyuncu kalitesinin yanından geçemeyen Fenerbahçe takımı bu hususta hep zirvede yer almıştı. Sezon sonları itibari ile ''topla en çok oynayan, en fazla isabetli pas yapan takım'' gibi istatistiklerde hep liderdi. Ancak artan oyuncu kalitesi ile ters orantılı olarak Fenerbahçe'nin topla oynama yüzdesi ve maç başına düşen isabetli pas sayısı gibi istatistiki verilerde bir düşüş gözüküyor ki bu ciddi maharet isteyen bir olay. Ligin en iyi pas yapan takımına daha fazla pas yaptıracağım diyip onu ortalama bir Anadolu Takımı görünümüne sokan sebep yine Aykut Kocaman'ın taktiksel düşüncelerindeki dengesizlik ve de oyunculara istediğini doğru şekilde anlatamamasından başka birşey değil bence.
Saydığım sebeplerden ötürü ben Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'ye verdiğinin sadece basında paylaştıklarından ibaret olduğunu düşünüyorum. Söylenilen sözler, verilen vaatler ile icraatleri karşılaştırdığımda malesef elimde hiç birşey kalmıyor. Ancak yinede gençlere verdiği güven, camiamızın çok önemli bir ismi olması ve tecrübe eksikliği sebebiyle en az sezon sonuna kadar arkasında durulması gerektiğini düşünüyorum.
Aykut Kocaman ve Fenerbahçe değerlendirmesini burada bitirip başlığın ikinci kısmına dair birkaç birşey karalama isteğindeyim. Ligin daha üçte birlik bölümü geride kalmasına rağmen Fenerbahçe klubesi bir bir boşalıyor. Yaşanılan sakatlıkların çoğunun darbeye bağlı olarak ortaya çıkması hususunda gerek Aykut Kocaman'ın gerek yönetimin sert bir duruş sergilemesini ve medyayı bu olayı incelemeye yönlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira Dia oynadığı tüm maçlarda yerden kalkamamıştı şimdi ise ilk yarıyı kapattığı söyleniyor. Keza Niang'ta güçlü fiziğine rağmen öyle hırpalanmış olacak ki Bursa deplasmanında oynayamayacak. Buna daha fazla göz yumulmamalı.
24 Ekim 2010 Pazar
Galatasaray Derbisinin Ardından
Az Alkmaar, Köln, Young Boys, Paok, Trabzonspor Kayserispor, Beşiktaş ve Galatasaray...
Eğerki bir takım kazanması gereken hiçbir maçı kazanamıyorsa, dahası biraz iyi bir rakip görünce sahada hiçbirşey veremiyorsa Sabri'nin pozisyonundan penaltı çıkarmaya çalışması normaldir. Çünkü buna muhtaçtır. Bence bu pozisyon özelinde itirazı, beklentisi haklıdır da. Ama acaba buna hakkı var mıdır?
Senelerdir derbilerin büyük çoğunluğunda baskın olan ve derbi canavarı olarak adlandırılan takımın oynadığı üç derbide ( hoş, bana göre bu rakam sadece bir ) iki puan çıkarması değişim dönemi sancısı mıdır? Yoksa; derbileri bir kenara bırakıp puan bırakılan maçlardaki rakiplerin karakteristiğini göz önünde tutarsak yanlış yolda olduğunun ispatı mıdır?
Takımın en önemli oyuncuları sakat ya da cezalıyken tek oyuncusuna 40 milyon biçilen Lille'e şanssız biçimde elenen takımın hocasına sabaha kadar atıp tutanları, bu camianın futbol branşı tarihindeki en büyük başarısını kazandıran hocasına stajyer diyenleri inanılmaz bir sessizlik sarmış durumda. Önemli maçlar geçti deniliyor. Ama nasıl geçtiğinin tartışılmaması,geçmişte en sıkıntılı dönemlerde dahi böyle maçlarda sahaya bir karakter koymaya başlayan bir takımın; en iyi oynadığı maçlarda son derece silik kalmasının konuşulmaması oldukça manidar. Yabancı hayranlığı varmış bir de güzel memleketimde. Bu ülkede tarihin her safhasında, varsa varsa kraldan çok kralcılık var, ötesi değil ya , konumuza dönelim.
Fenerbahçe sene başından maçlarını açık farkla kazansa dahi ciddi bir alan parselizasyonu sorunu yaşıyor. Bir de buna kağıt üstünde 4/2/3/1 olan ama sahada ne olduğu belli olmayan, -aslında kağıt üstünde bile oldukça sırıtan bir- şablon eklenince( buna oyuncu tercihleri sebep oluyor) iyi takımlara karşı tutunmak olanaksızdı ki bugün birkez bu gerçekle yüzleştik.
Benim gördüğüm en iyi oyuncularla kurulu Fenerbahçe bu Fenerbahçe'dir bunu peşinen belirtmekte fayda var. Ama oyuncular bireysel olarak ne kadar iyi olsalar da antrenör kafasında olanları yalın bir şekilde anlatıp uygulatamıyorsa bu tablo kaçınılmaz.
Aykut Kocaman pas ve hız üzerine kurulu bir takım hayal ettiğini, kafasında Barcelona gibi bir Fenerbahçe olduğunu belirtmişti vakt-i zamanında. Böyle bir Fenerbahçe için defansın çakılı kalmamasından tutun da sahada aktif olarak yer değiştirmeye kadar halledilmesi gereken birçok husus var. Ancak sene başından beri Yobo gibi hızlı ve çok sağlam bir stoper varken defans yaydan kuruluyor. Dahası bir yığın seri, yer değiştirerek oynamayı seven oyuncu varken '' yer değiştirme '' sadece mevki değiştirmekten ibaret oluyor.
Uzun uzun yazmak amacıyla başladığım postu devam ettirmekte böylece güçleşiyor. Zira ben bunları sene başından beri söylüyorum, aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp yazmak kaç maçtır hiçbir fayda getirmedi. Getirmeyecekte... Çünkü herkes Topuz-Emre yanyana oynamaz, göbek olmaz derdinde. Kendilerinden daha kırılgan ve fiziksel dezavantajları olan Selçuk İnan-Colman ikilisinin nasıl oynadığını sorgulamaksızın... Hocalığın sadece özlü sözler etmek olduğu konusunda sonsuza kadar inatlaşabilecek bir tavırla...
Az Alkmaar, Köln, Young Boys, Paok, Trabzonspor Kayserispor, Beşiktaş ve Galatasaray...
Umarım yeterlidir ve gerçekten bir ders alınmıştır diyeceğim de...
''Alınmadı mı?'' diyerek devam edesim yok da değil.
Nerede derbi canavarı Fenerbahçe?
Nerede oyuna hükmettiği her istatistiki veri ile sabit olan Fenerbahçe?
Nerede Avrupa'da yense de yenilse de sahaya karakter koymaya başlayan Fenerbahçe?
Nerede pas üzerine kurulu Fenerbahçe? Nerede Aykut Kocaman'ın pas üzerine kurulu olup rakibin yarısı kadar pas yapan Fenerbahçe?
Nerede sahayı -özellikle Zico zamanında- inanılmaz iyi şekilde parselleyen Fenerbahçe, nerede defansı ile orta sahası arasına düşen her topta ribaundu rakibe veren Fenerbahçe?
Nerede sahada ne yaptığı bilen Fenerbahçe? Nerede Galatasaray'ın kaos futboluna doğru sürüklenen Fenerbahçe?
Evet, Colman ile Selçuk yanyana oynar ama Emre ile Mehmet oynayamaz. Çünkü sahada ne yaptığını sorsan cevap veremeyecek 11 oyuncu var. Ve tabiki bunun kaynağı olan, 15 maçtır takımın en temel probleme dair en ufak bir değişim yaratamadığı halde kameralar karşısında Socrates gibi demeçler veren bir Teknik Direktör var. Konuşmaya devam...
Eğerki bir takım kazanması gereken hiçbir maçı kazanamıyorsa, dahası biraz iyi bir rakip görünce sahada hiçbirşey veremiyorsa Sabri'nin pozisyonundan penaltı çıkarmaya çalışması normaldir. Çünkü buna muhtaçtır. Bence bu pozisyon özelinde itirazı, beklentisi haklıdır da. Ama acaba buna hakkı var mıdır?
Senelerdir derbilerin büyük çoğunluğunda baskın olan ve derbi canavarı olarak adlandırılan takımın oynadığı üç derbide ( hoş, bana göre bu rakam sadece bir ) iki puan çıkarması değişim dönemi sancısı mıdır? Yoksa; derbileri bir kenara bırakıp puan bırakılan maçlardaki rakiplerin karakteristiğini göz önünde tutarsak yanlış yolda olduğunun ispatı mıdır?
Takımın en önemli oyuncuları sakat ya da cezalıyken tek oyuncusuna 40 milyon biçilen Lille'e şanssız biçimde elenen takımın hocasına sabaha kadar atıp tutanları, bu camianın futbol branşı tarihindeki en büyük başarısını kazandıran hocasına stajyer diyenleri inanılmaz bir sessizlik sarmış durumda. Önemli maçlar geçti deniliyor. Ama nasıl geçtiğinin tartışılmaması,geçmişte en sıkıntılı dönemlerde dahi böyle maçlarda sahaya bir karakter koymaya başlayan bir takımın; en iyi oynadığı maçlarda son derece silik kalmasının konuşulmaması oldukça manidar. Yabancı hayranlığı varmış bir de güzel memleketimde. Bu ülkede tarihin her safhasında, varsa varsa kraldan çok kralcılık var, ötesi değil ya , konumuza dönelim.
Fenerbahçe sene başından maçlarını açık farkla kazansa dahi ciddi bir alan parselizasyonu sorunu yaşıyor. Bir de buna kağıt üstünde 4/2/3/1 olan ama sahada ne olduğu belli olmayan, -aslında kağıt üstünde bile oldukça sırıtan bir- şablon eklenince( buna oyuncu tercihleri sebep oluyor) iyi takımlara karşı tutunmak olanaksızdı ki bugün birkez bu gerçekle yüzleştik.
Benim gördüğüm en iyi oyuncularla kurulu Fenerbahçe bu Fenerbahçe'dir bunu peşinen belirtmekte fayda var. Ama oyuncular bireysel olarak ne kadar iyi olsalar da antrenör kafasında olanları yalın bir şekilde anlatıp uygulatamıyorsa bu tablo kaçınılmaz.
Aykut Kocaman pas ve hız üzerine kurulu bir takım hayal ettiğini, kafasında Barcelona gibi bir Fenerbahçe olduğunu belirtmişti vakt-i zamanında. Böyle bir Fenerbahçe için defansın çakılı kalmamasından tutun da sahada aktif olarak yer değiştirmeye kadar halledilmesi gereken birçok husus var. Ancak sene başından beri Yobo gibi hızlı ve çok sağlam bir stoper varken defans yaydan kuruluyor. Dahası bir yığın seri, yer değiştirerek oynamayı seven oyuncu varken '' yer değiştirme '' sadece mevki değiştirmekten ibaret oluyor.
Uzun uzun yazmak amacıyla başladığım postu devam ettirmekte böylece güçleşiyor. Zira ben bunları sene başından beri söylüyorum, aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp yazmak kaç maçtır hiçbir fayda getirmedi. Getirmeyecekte... Çünkü herkes Topuz-Emre yanyana oynamaz, göbek olmaz derdinde. Kendilerinden daha kırılgan ve fiziksel dezavantajları olan Selçuk İnan-Colman ikilisinin nasıl oynadığını sorgulamaksızın... Hocalığın sadece özlü sözler etmek olduğu konusunda sonsuza kadar inatlaşabilecek bir tavırla...
Az Alkmaar, Köln, Young Boys, Paok, Trabzonspor Kayserispor, Beşiktaş ve Galatasaray...
Umarım yeterlidir ve gerçekten bir ders alınmıştır diyeceğim de...
''Alınmadı mı?'' diyerek devam edesim yok da değil.
Nerede derbi canavarı Fenerbahçe?
Nerede oyuna hükmettiği her istatistiki veri ile sabit olan Fenerbahçe?
Nerede Avrupa'da yense de yenilse de sahaya karakter koymaya başlayan Fenerbahçe?
Nerede pas üzerine kurulu Fenerbahçe? Nerede Aykut Kocaman'ın pas üzerine kurulu olup rakibin yarısı kadar pas yapan Fenerbahçe?
Nerede sahayı -özellikle Zico zamanında- inanılmaz iyi şekilde parselleyen Fenerbahçe, nerede defansı ile orta sahası arasına düşen her topta ribaundu rakibe veren Fenerbahçe?
Nerede sahada ne yaptığı bilen Fenerbahçe? Nerede Galatasaray'ın kaos futboluna doğru sürüklenen Fenerbahçe?
Evet, Colman ile Selçuk yanyana oynar ama Emre ile Mehmet oynayamaz. Çünkü sahada ne yaptığını sorsan cevap veremeyecek 11 oyuncu var. Ve tabiki bunun kaynağı olan, 15 maçtır takımın en temel probleme dair en ufak bir değişim yaratamadığı halde kameralar karşısında Socrates gibi demeçler veren bir Teknik Direktör var. Konuşmaya devam...
18 Ekim 2010 Pazartesi
Yaşasın Hastalık
Uzun süredir iş nedeniyle post atamıyorduk, ev sahibim Halil'den kusura bakmamasını istiyorum. Hayat öğrencilik yıllarından sonra gittikçe hızlanan bir tempo kazanıyor(Ben bunu yazarken Sow ofsayttan Lyon’a röveşata bir gol attı).
Tam bu tempoya alışmaya başlamışken hastalanıp evde 3 uzun gün kalınca tekrar hafta sonu maç şölenine geri döndüm.
Açılışı Köln-Dortmund maçıyla yaptım ki Nuri'nin Podolski'ye(Bence Alman milli takımının en önemli oyuncusu) öyle bir ayar verdi ki tekrar tekrar seyretmeye doyamıyorum.
(Tam bu satırı yazarken de Lyon Kallström'ün düşürülmesiyle penaltı kazandı ve Lopez ile gole çevirdi 3-1)
Ardından geçen haftadan kalma Cruzerio-Fluminense maçı. Wellington'un golü ile Cruzerio kazandı ama Washingol de oldukça yardım etti bu sonuç için.
Sonrasında Bayern'in Hanover karşısında ki galibiyeti ve Gomez'in gol atabildiğine şahit olmak. Herkese nasip olmaz Gomez'in maçı domine ettiği gün tv karşısında olmak. Bayern de ayrıca Badstuber'in gelişimi inanılmaz. Geçen sene seyrettiğim genç savunmacı ile bugün ki arasında ciddi anlamda büyük fark var.
Beşiktaş-Manisa maçını ise uykulu gözler ile seyrettim. Manisa'nın yakaladıklarını affetmemesi ile benim için beklenen bir sonuç gerçekleşti. Basın ne kadar şişirse de ciddi eksikleri olan bir takım Beşiktaş ve gün geçtikçe de geçen seneki Galatasaray görüntüsüne bürünmeye başlıyorlar.
Ve geçenin sonunda Mesut'un şovu ile bitirmek. Aslında birçok futbolcuda olan yetenek seviyesinde, örneğin Arda'dan ciddi anlamda yetenek olarak alt seviyede ama öyle garip bir özelliği var ki onu dün sahada ki 21 adamdan da farklı kılan buydu. Fabregas gibi top ayağına geldiğinde sanki Pes'teki gibi durdurup inceliyor ve en doğru adama en basit şekilde topu ulaştırıyor.
Gerçekten bu basit oyunu çok basit şekilde oynuyor.(Lloris müthiş çıkardı Lyon 10 kişi).
Pazar gününü ise uzun zamandır bu kadar güzel geçirmemiştim.
Yatağa gelen güzel bir kahvaltıdan sonra maç zamanına kadar uyuşukluk yapmak. Kasımpaşa-Trabzon ile dönüşümlü seyredilen Gençlerbirliği-Antalya maçlarının ilk yarıları. Banvit-Fenerbahçe Ülker maçının doyumsuz mücadelesi, zorda olsa gelen galibiyet.
Lens-Rennes maçının sıkıcı oyunu yerine tercih edilen Avrupa’dan lig özetleri.
Galatasaray-Ankaragücü maçındaki artık klasikleşen mecidiyeköy döngüsü. Belki ben yanılıyorumdur ama gittikçe dengesizleşen bir takım haline dönüşüyor Galatasaray ve bunu kanıksamış bir taraftar gurubu var. Yönetim kanadında işin şov yanı dışında çok bir şey göremiyorsunuz. 105'lik nineler,sos cagonlar, UEFA kupasını kutlayalımlar ile günlük narkozlar veriliyor.
Son olarak gecenin kapanışını Lyon-Lille maçı ile yaptım. Hazard'ın bu sene sürekli yedekten gelmesi. Moussa Sow'un gelişimi, Gervinho'nun üst düzey yetenekleri. Lloris'in müthiş maç çıkarması, Gomis'in geçen seneye göre biraz daha toparlanması ve Makoun'un sebebini anlamadığım şekilde yedek beklemesi, 3-1 ile ev sahibinin kazanması
Çok güzel hafta sonuydu çok.
13 Ekim 2010 Çarşamba
Günaydın Sevgili
Gerek arkadaşlarımın, gerek kimi okuyucuların Fenerbahçe ya da Türk futboluna dair birşeyler karalamayı neden bıraktığıma dair sordukları soruların cevapları dün eksiksiz bir şekilde sahadaydı. Üstyapılarla alakalı birşeyler konuşmak istiyorsanız elinizde futbola dair birşeyler olmak zorunda... Bu kademedeki oyuncular vitrinin en önünde olanlardır. Kendilerinden kat be kat iyi takımlarda oynayıp kendilerinin yarısı kadar bile maaş almayan tonla oyuncunun verdiğinden daha fazlasını vermek zorundadır.
Gelgelelim altyapılara olan ilgim biraz da bundandır. Belirli bir kademeye gelmiş ve o kademeleri kendilerine yeter gören oyuncuların sistem adına, gelecek adına birşeyler vereceklerini düşünmek müthiş bir hayal gücüne sahip olmaktan başka birşey değil.
Üretmeden tüketmek en kötü alışkanlığımız. Kendimize sormayız bile '' Nuri Şahin zamanında Gençler Şampiyonasında Dünya'nın en iyisi iken şimdi neden faydalanmıyoruz? '' diye. Böyle soruların bizim lugatımızda yeri yok çünkü. Biz Serdar Taşçı'yı Milli Takıma almak için kırk takla atar sonrasında '' Aman zaten Servet daha iyi '' deriz. Mesut'u her hafta Real forması altında izledikçe '' İşte Türk be...'' deriz, gururlanırız ama sonra o gururlandığımız adamı ıslıklarız. Türk'tür, Türk Milli Takımında oynamalıdır. Sormayız kendimize '' Türkiye'de Mesut'tan daha yetenekli kaç bin tane oyuncudan kaçını piyasaya sunabiliyoruz?'' diye. İşimiz tüketmektir çünkü. Piyasaya çıkan diğerlerinden biraz ayrılan Arda'yı hemen Messi yaptığımız gibi, onu tükettiğimiz gibi bizi seçmeyen, kendisini Alman gibi hissettiğini söyleyen adamı da tüketmeye çalışırız. İçimize işlemiş bir defa...
Azerbeycan mağlubiyeti kimi çevreleri çok şaşırtmışa benziyor. Varsın yenmiş olalım Azerbeycan'ı. Yunanistan'ın 2004 zaferindeki mentalitenin benzerini sahaya yansıtmış olup Berlin'i fethetmiş olalım bir de. Bu mudur bütün problem? Tabelada Türkiye:1 Rakip:0 yazması mıdır? Evet, aslında çokça budur. Tezcanlıyızdır, sabırsızızdır. Herhangi bir olayın sonucu istediğimiz gibiyse o sonuca nasıl ulaştığımızın pek te önemi yoktur aslında. Veya kazandığımız başarıları nasıl kazandığımızın... O yüzden Azerbeycan yenilgisi de müstehaktır, Malta beraberliğide. Kazanırken kaybettiklerimiz farkına varamadığımız için şimdi sadece kaybediyoruz. Akıllanmamız için daha ne olması lazım ?
Malta beraberliğinde, Estonya'ya karşı kazanamadığımızda tek bir laf edemeyenler Hiddink'e bol keseden atıp tutuyorlar. Sorun böyle takımları yenememiz mi? Öyleyse , '' beyler bugüne kadar neredeydiniz? ''. Sorun Mesut'u maç haftası boyunca baskı altına almak için yemediğimiz nane kalmaması; hep aksi söylense de en derinimize kadar işleyen müthiş Türk hayranlığı aslında...
Hiçbir hocanın tercih etmediği Semih'i her hafta kameralar önünde hocanın karşısına koymak, Fatih Terim'e söylemeyi cesaret edilemeyenleri Hiddink'e kusmak. Eline 20-25 yaşındaki Fenerbahçelilerin gördüğü en iyi kadroyu verdiğin Aykut'a '' Sen ne yapıyorsun?'' diyemeyip, o sorunlu, o ahlaksız Kazım ile 8'de 8 yapan, '' Fenerbahçeliler şampiyonluğu mampiyonluğu unutsun'' sözünün karşılığını tokat gibi veren Daum'u yerden yere vurmak... Paok'a, Young Boys'a karşı oyunun hiç bir dakikasında umut vermeyen bir antrenörü devrimci diye nitelendirip elinde 10 sakatla 2 tane oyuncusunun değeri 50 milyon olan Lille'e elendiğinde kellesini istemek... Kraldan çok kralcı olmak bu olsa gerek. Kimse '' Bu ülkede yabancı hayranlığı var.'' yalanları atmasın boş yere, tablo ortada.
Kendi malımıza , kendi antrenörümüze sahip çıkmak kötü birşey mi? Elbette değil. Ama Aykut Kocaman'a Paok mağlubiyetinden sonra tek kelime edemiyorsan... Malta ya da Estonya maçları sonrasında Fatih Terim'in F'si ağzından çıkmıyorsa. Arda Messi ise gözünde. Fenerbahçe'nin klup tarihindeki en büyük başarısını kazandırmış hocayı stajyer olarak nitelendirip köşende kellesini istiyorsan... Yapılan ayıptan da öte, kötülük artık. Aslında kötülüğün en büyüğünü yapıyorsun Fatih Terim'e de, Aykut'a da haberin yok.
Sanılıyorsaki tabela temelli eleştirilere sallayıp tabelaya bakarak konuşuyorum... Merak etmeyin, bu ülke Avusturya'yı da yenebilir, Belçika'yı da. Ama bunları yaparken içeride Azerilerle berabere kalmaktan yine korkacaksak eğer sorun kazanmak değil. Çok daha fazlası...
Bu konu hakkında daha detaylı bir yazı daha yazacağımdan sözü Hamit'e bırakıyorum şimdilik. Aslında Hamit söylenebilecek en ağır ve en doğru sözü, en kestirmeden söyledi dün akşam...
'' Dürüst olmalıyız.''
Gelgelelim altyapılara olan ilgim biraz da bundandır. Belirli bir kademeye gelmiş ve o kademeleri kendilerine yeter gören oyuncuların sistem adına, gelecek adına birşeyler vereceklerini düşünmek müthiş bir hayal gücüne sahip olmaktan başka birşey değil.
Üretmeden tüketmek en kötü alışkanlığımız. Kendimize sormayız bile '' Nuri Şahin zamanında Gençler Şampiyonasında Dünya'nın en iyisi iken şimdi neden faydalanmıyoruz? '' diye. Böyle soruların bizim lugatımızda yeri yok çünkü. Biz Serdar Taşçı'yı Milli Takıma almak için kırk takla atar sonrasında '' Aman zaten Servet daha iyi '' deriz. Mesut'u her hafta Real forması altında izledikçe '' İşte Türk be...'' deriz, gururlanırız ama sonra o gururlandığımız adamı ıslıklarız. Türk'tür, Türk Milli Takımında oynamalıdır. Sormayız kendimize '' Türkiye'de Mesut'tan daha yetenekli kaç bin tane oyuncudan kaçını piyasaya sunabiliyoruz?'' diye. İşimiz tüketmektir çünkü. Piyasaya çıkan diğerlerinden biraz ayrılan Arda'yı hemen Messi yaptığımız gibi, onu tükettiğimiz gibi bizi seçmeyen, kendisini Alman gibi hissettiğini söyleyen adamı da tüketmeye çalışırız. İçimize işlemiş bir defa...
Azerbeycan mağlubiyeti kimi çevreleri çok şaşırtmışa benziyor. Varsın yenmiş olalım Azerbeycan'ı. Yunanistan'ın 2004 zaferindeki mentalitenin benzerini sahaya yansıtmış olup Berlin'i fethetmiş olalım bir de. Bu mudur bütün problem? Tabelada Türkiye:1 Rakip:0 yazması mıdır? Evet, aslında çokça budur. Tezcanlıyızdır, sabırsızızdır. Herhangi bir olayın sonucu istediğimiz gibiyse o sonuca nasıl ulaştığımızın pek te önemi yoktur aslında. Veya kazandığımız başarıları nasıl kazandığımızın... O yüzden Azerbeycan yenilgisi de müstehaktır, Malta beraberliğide. Kazanırken kaybettiklerimiz farkına varamadığımız için şimdi sadece kaybediyoruz. Akıllanmamız için daha ne olması lazım ?
Malta beraberliğinde, Estonya'ya karşı kazanamadığımızda tek bir laf edemeyenler Hiddink'e bol keseden atıp tutuyorlar. Sorun böyle takımları yenememiz mi? Öyleyse , '' beyler bugüne kadar neredeydiniz? ''. Sorun Mesut'u maç haftası boyunca baskı altına almak için yemediğimiz nane kalmaması; hep aksi söylense de en derinimize kadar işleyen müthiş Türk hayranlığı aslında...
Hiçbir hocanın tercih etmediği Semih'i her hafta kameralar önünde hocanın karşısına koymak, Fatih Terim'e söylemeyi cesaret edilemeyenleri Hiddink'e kusmak. Eline 20-25 yaşındaki Fenerbahçelilerin gördüğü en iyi kadroyu verdiğin Aykut'a '' Sen ne yapıyorsun?'' diyemeyip, o sorunlu, o ahlaksız Kazım ile 8'de 8 yapan, '' Fenerbahçeliler şampiyonluğu mampiyonluğu unutsun'' sözünün karşılığını tokat gibi veren Daum'u yerden yere vurmak... Paok'a, Young Boys'a karşı oyunun hiç bir dakikasında umut vermeyen bir antrenörü devrimci diye nitelendirip elinde 10 sakatla 2 tane oyuncusunun değeri 50 milyon olan Lille'e elendiğinde kellesini istemek... Kraldan çok kralcı olmak bu olsa gerek. Kimse '' Bu ülkede yabancı hayranlığı var.'' yalanları atmasın boş yere, tablo ortada.
Kendi malımıza , kendi antrenörümüze sahip çıkmak kötü birşey mi? Elbette değil. Ama Aykut Kocaman'a Paok mağlubiyetinden sonra tek kelime edemiyorsan... Malta ya da Estonya maçları sonrasında Fatih Terim'in F'si ağzından çıkmıyorsa. Arda Messi ise gözünde. Fenerbahçe'nin klup tarihindeki en büyük başarısını kazandırmış hocayı stajyer olarak nitelendirip köşende kellesini istiyorsan... Yapılan ayıptan da öte, kötülük artık. Aslında kötülüğün en büyüğünü yapıyorsun Fatih Terim'e de, Aykut'a da haberin yok.
Sanılıyorsaki tabela temelli eleştirilere sallayıp tabelaya bakarak konuşuyorum... Merak etmeyin, bu ülke Avusturya'yı da yenebilir, Belçika'yı da. Ama bunları yaparken içeride Azerilerle berabere kalmaktan yine korkacaksak eğer sorun kazanmak değil. Çok daha fazlası...
Bu konu hakkında daha detaylı bir yazı daha yazacağımdan sözü Hamit'e bırakıyorum şimdilik. Aslında Hamit söylenebilecek en ağır ve en doğru sözü, en kestirmeden söyledi dün akşam...
'' Dürüst olmalıyız.''
12 Ekim 2010 Salı
Batman Ziyaretinin Ardından
Uzun süredir Milli Maç ya da benzeri durumlarda oluşan araları yabancı antrenörlerin neden değerlendirmediğini düşünüp dururdum ki Aykut Kocaman böyle araları olabilecek en güzel şekilde değerlendirmeye devam ediyor. Bugüne kadar hakkında yazdığımız yazılar negatif içerik ağırlıklı olmak üzere şekillense de tebrik etmeden geçmek olmaz.
Çok zayıf iki rakip ile oynanan ve idman maçı sertliğinde geçen bir müsabakanın üstünde konuşmak pek anlamlı olmasa gerek. Günün güzelliği, hiç büyük takım ağırlamamış bir şehre yapılmış bu ziyaretin yanında A2 takımda oynayan ve kendilerine dair uzunca yazılar yazdığımız isimlerin üst yapıda formanın ağırlığını kaldırıp kaldıramayacağına dair gözlemler yapma fırsatımızın elimize geçecek olmasaydı.Aykut Kocaman sağolsun, genç oyunculara ciddi süreler vererek bu hususta beklentilerimi karşıladı benim adıma.
Okan Alkan ve Gökay İravul hakkında birşeyler yazmaya gereksinim duymuyorum zira her geçen gün formalarını daha layıkıyla taşıyor gibiler. Sorumluluk almaya başlamaları sevindirici. Söz verdiğim yazıları yazınca Gökay ve Okan hakkında daha detaylı konuşma fırsatımız olacağından şimdilik bu iki oyuncuyu tebrik ediyorum başarılı performanslarından ötürü.
Hasan Erbey hiç alışık olmadığı mevkisinde Sivasspor maçında yaptığı hataları yapmayarak başarılı oldu diyebiliriz. Aslen stoper kendisi. Ancak genç oyuncuları sahaya sürmek adına yapılan değişikliklerden sonra sahada kalan tecrübelilerin mevki dağılımına bakarsak hocanın gözüne girmek için çok yol katetmek zorunda olduğunu söyleyebiliriz. Yinede iyi mücadele etti, mevkisini çok fazla yadırgamadı.
Oyuna sonradan giren Berkay'ın ayağına top değmedi. İkinci yarının başında oyuna giren Devrim 'in kendisi bile azmi ve hırsı ile bu şansı kazandığının farkındadır, üstyapıya dönük bir beklenti içinde değilim kendisinden. Mersin'e kiralanan Onur Karakabak'tan sonra hele...
İsmail ve Doğukan ise sahada diğerlerinden biraz daha ayrıldılar. Özellikle İsmail'in üzerine daha fazla düşülmesi gerektiğine inanıyorum. Etkili sol ayağı ve teknik kapasitesinin üstüne bir de fiziksel direnç eklerse uzun süreler faydalanılabilecek bir oyuncu. Bunu da Batman Karması maçı özelinde değil 1,5 senelik A2 süresince yaptığım gözlemlerden dolayı söylüyorum.
Tabi aklımı kurcalayan konular yok da değil. A2 takımın dinamosu, sürekli oynayan oyuncusu Enis Gül neden hiçbir özel maçta düşünülmüyor acaba? Kendisinin tuttuğu takımın etkili olduğu söyleniliyor ki böyle amatör bir düşünce olabilir mi? Enis performansı ile bu şansı hakeden oyuncuların başında geliyor, Enis gibi Görkem gibi genç oyuncular zamanı gelince böyle anlamlı müsabakalarda bu tip hakettikleri şansları bulamadıkları taktirde performansları beklenilmeyen derecede düşebilir. Böyle farklı ve gelecek vadeden oyuncuların diğer oyunculardan ayrılmasının, A2 takımda sürekli şans verirken, buralarda alacakları şansların onları daha iyi rehabilite etme ihtimali ortadayken onları İstanbul'da bırakmanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Umarım bir dahaki Milli maç arasında onlarda bu şansı elde ederler.
Yazıyı bitirmeden, maçın ikinci yarısında sahada kalan birkaç tecrübeli oyuncunun diğerlerinden ne denli farklı durduğuna tanık olmam sebebiyle Okan ve Gökay'ın yanına daha fazla oyuncu gönderilmesi gerektiğini düşündüğümü belirtmek istiyorum. Mehmet Topuz ya da Kazım gibi çok kuvvetli oyuncularla yapılacak idmanlar bu oyuncularda güçlenmeleri gerektiğine dair daha güçlü bir farkındalık yaratacaktır.
Resimler: fenerbahce.org
Çok Güzel Hareketler
Fenerbahçe Dereağzı Lefter Küçükandonyadis Tesisleri’nde geçtiğimiz hafta sonu Fenerbahçe ve Galatasaray U-15 takımları arasında oynanan U-15 Akademi Ligi maçında sol ayak bileği kırılan oyuncumuz Mirkamil Haşimli’ye, Galatasaraylı sporcular geçmiş olsun ziyaretinde bulundu.
Golsüz sona eren maçın son dakikalarında meydana gelen talihsiz olayda sol ayak bileği kırılan ve tedavisine Lefter Küçükandonyadis Tesisleri’nde devam edilen Azerbaycan asıllı oyuncumuz Mirkamil Haşimli’yi, Galatasaray Altyapı İdari İşler Sorumlusu Savaş Serdar ve beraberindeki Galatasaray U-15 takımından 2 oyuncu ziyaret etti. Galatasaraylı oyuncular kendileriyle yapılan maçta ayağı kırılan ve istirahat eden Mirkamil Haşimli’ye "Geçmiş olsun" deyip, çiçek verdiler.
Kaynak:fenerbahce.org
Galatasaray camiası kendisine yakışacak olanı yapmış. Tebrikler... Mirkamil'e de büyük geçmiş olsun. Umarım sağlığına en kısa sürede kavuşur.
10 Ekim 2010 Pazar
9 Ekim 2010 Cumartesi
Biz Daha İyiyiz Canım
Maç öncesi dost sohbetlerinde ''Maç ne olur?'' sorusunu kim yönelttiyse ''Handikaplı Almanya'' diye cevap veren birisi olarak bu sonuç karşısında ne Rıdvan Dilmen gibi çok büyük bir üzüntü ne de şaşkınlık duydum. Spor kültürü adına edilecek kelamı '' Anlık başarı '' temelinde şekillenen bir ülkenin ulusal takımından daha fazlasını beklemek hata. En azından şimdilik...
Aday kadro seçimlerine olan eleştirim hemen bir alt postta sabittir. Ekran başına geldiğimde, oynayacak kadro seçimininde aday kadro seçimi kadar garip olduğunu gördüm. Yoğunluktan sebep nedir ne değildir bilmemekle beraber Mevlüt'e ne olduğunu hala çözebilmiş değilim. Açık konuşmak gerekirse sakat mıdır değil midir diye araştırmadım bile şu postu atmadan. Çünkü sahaya çıkan kadrodaki gariplik sadece Mevlüt'ten ibaret değildi.
Deplasmanda Almanya ile oynadığında bir takım tedbirler almak zorunda olduğun aşikar. Ancak bu adamlar kadro kalitesi açısından senden daha üst seviyedeki takımlara dörder atarak uçak biletlerini hediye ettiler bu yazın. Kısacası 11 tane stoperle çıksan da, alabileceğin tedbiri en üst noktaya çeksen de bu adamlar sana karşı pozisyon bulacaklar. İşte tam bu noktada; yerinde oynamayan oyuncuların defansif olarak herhangi bir ekstra fayda vermemelerinin yanında, bu mevki değişikliği sebebiyle ofansif olarakta verebileceklerinin yanından geçemeyeklerini hesap etmek zor olmasa gerek. Yani aslında tedbir almıyorsun, ''Gel bu kanadımı kullan'' diye davetiye çıkartıyorsun rakibe. Dünya futboluna senelerce damgasını vurmuş bir Ulusal Takım'da haliyle değerlendirir bu fırsatları...
Tekrar kadro tercihleri hususunu açasım var. Ancak biraz düşününce bu konuda Hiddink'e de fazla yüklenmemek gerektiğini anlıyorum. Zira istediği oyuncuyu seçsin, istediği oyuncular tam konsantrasyon, full kondisyon olsun; yine işi çok zor. Sebebi de şudur ki bu adamın çalıştırdığı diğer takımların az ya da çok ''futbola'' yönelik bir meziyeti vardı. Kimi takımı Hiddink öncesi defansif, kimisi ise fazla ofansifti. Ama şimdi ise senelerdir ne oynadığı belli olmayan ve yaptıkları mesleği sorsanız ''topçu'' diye cevap verecek olan futbolcu grubuna birşeyler öğretmek zorunda. Çalıştırdığı ülkenin en göz önündeki spor yorumcusunun '' Biz coşkulu takımız, böyle oynamamız gerekiyor...'' diyerek futbol karakterini özetlemeye çalıştığı bir takımın başında...
Sahiden neyi iyi yaparız biz, savunmayı mı yoksa hücumu mu? Kontra takımı mıyız, sahayı parselleyebilecek, mevkisinin gerektirdiklerini bilen oyunculardan mı kuruluyuz? Hayır... Sadece ne yaptığını bilmeyen bir takımız. Ve hiçbir şeyi iyi yapamayan bir takımız. Altı kişi ile gidip bir pozisyon dahi bulamamamız da bundan, on kişi ile savunma yaptığımız halde dört oyuncunun geliştirdiği bir ataktan gol yememiz de ... Çünkü biz topçuyuz, hepimiz topu biliriz. Futbolu değil... Bundan sebep futbolun doğrularını en basit şekilde sahaya yansıtan her takıma teslim oluyoruz, olacağız. Bundan sebep Arda'yı Messi ile kıyaslar futbol yorumcularımız , eh ikiside çalım atıyor zaten... Ve yine bundan sebep ligimizde oynadığı zaman tek başına büyük anlamlar ifade eden Tuncay Şanlı'mız herkesin burun kıvırdığı takımlarda süre alamaz. Nuri Şahin'ler rakibimiz olan takımın liginde harikalar yaratırken Milli Takımda oynuyor mu oynamıyor mu belli olmaz...
Ama en iyisini Rıdvan bilir vesselam. Dediği doğrudur, tez zamanda işaret ettiğinin kellesi alınmalıdır. Önde basmalıyızdır, baskı yapmalıyızdır top ayağında olan oyuncuya... Bir de blokları öne çıkartırsan ne ala, hemencecik alıverirsin topu. Sonra müthiş hücum setlerinle, muhteşem futbol bilgisi olan oyuncularınla her türlü pozisyonu bulursun. Oyuncuların seri şekilde yer değiştirirler. Barcelona' da öyle yapmıyor mu zaten?
Bir de '' Almanlara her türlü pozisyonu biz verdik , sıfıra indiler, uzaktan şut attılar, ikinci direğe kanat kaydırıp pozisyon hazırladılar, ikiye birlerle ceza sahasına girdiler ...'' diyor Rıdvan Hocam ve daha nicesi. Hayır efendim, biz vermedik; onlar yarattılar. Arjantin kalesinde yarattıkları gibi. Senin coşkulu takımın ne yaptı peki, nasıl gol atar ; birisi bana anlatsın bir zahmet. Bunu Almanya maçı özelinde anlatmalarını da istemiyorum kimseden, Türk Milli Takımı en büyük başarılarını kazandığı zaman dahi ne oynadı, nasıl gol attı birisi bana anlatsın. Neyi iyi yaptı, savunmayı mı? Yoksa hücumu mu...
Arda olsaymış durum çok farklı olabilirmiş. Doğru; Messi bir Arda ikiydi bu alemde. Pivot santraforumuz olsaymış ileride top tutabilirmişiz. Ne kadar hoş, kendimden geçiyorum söylenenleri dinledikçe. İşin daha hoş tarafı ise bunu elliden fazla Milli olan adamlar söylüyorlar. Biri demiyor '' Kardeşim biz neden on kişi ile yaslanırken pozisyon veriyoruz? '' diye.
Büyük takımları yerel organizasyonlarda bile yerlerdeyken Ulusal Milli Takımı eleştiriyorum ya, hata bende de var aslında. Ülkemin en beğenilen spor yorumcusu hala baskı yapılırken oyuncuların topsuz alanda sahayı ne kadar rezalet paylaştığını görmeden,bir forveti stoperin üstüne çıkarken gördüğünde orgazm oluyorsa bu kadar konuşmak hata. Biz çok iyi biliyoruz, baskı yaparken defansı orta sahaya çıkar yeterli. İki oyuncu baskı yaparken diğerleri orta yuvarlakta halay çekselerde o top taşınmaz bizim kalemize, stoperle forvet arası 50 metreye inmiş bir kere , nasıl taşınsın. Barcelona, İspanya, Almanya '' al gülüm ver gülüm'' oynuyorlar zaten, basit oynuyorlar ki Cruyff efendi de demiş '' Bak Hıncalcığım futbol basit bir oyun...'' diye.
Ne zehirmiş arkadaş, yaz yaz bitmedi diyenleriniz olacak muhakkak. Veya '' bu yazının özeti'' nedir?'' diye düşünecek olanlarda... Özeti şudur efendim, Nuri Bundesliga'da harikalar yaratır ancak Milli Takımımızda göze bile batmaz. Çünkü bizim Milli Takımımız futbolcunun ulaşabileceği en üst noktada olan oyunculardan kurulu, müthiş futbol bilginleri futbol oynuyorlar. Bu sebepten Nuri kötü bir ligde oynadığı için tutunamıyor. Tuncay Şanlı Stoke'da oynayamıyor, çünkü İngilizler takım oyununu severler, Tuncay ise süper yetenek ve kendisine oynuyor. Zaten öyle olmasa ligimizi domine edemezdi. Hamit Bayern'de oynar ama Milli Takımda oynayamaz çünkü biz çok iyiyiz. Mehmet Topal Dünya Şampiyonu bir ülkenin üst düzey takımında onbirdir ama Milli Takımda olamaz çünkü biz aksilikler sonucu o kupaları alamadık normalde daha iyiyiz.
Almanya'ya neden mi yenildik?
Bilmem, neden acaba?
Aday kadro seçimlerine olan eleştirim hemen bir alt postta sabittir. Ekran başına geldiğimde, oynayacak kadro seçimininde aday kadro seçimi kadar garip olduğunu gördüm. Yoğunluktan sebep nedir ne değildir bilmemekle beraber Mevlüt'e ne olduğunu hala çözebilmiş değilim. Açık konuşmak gerekirse sakat mıdır değil midir diye araştırmadım bile şu postu atmadan. Çünkü sahaya çıkan kadrodaki gariplik sadece Mevlüt'ten ibaret değildi.
Deplasmanda Almanya ile oynadığında bir takım tedbirler almak zorunda olduğun aşikar. Ancak bu adamlar kadro kalitesi açısından senden daha üst seviyedeki takımlara dörder atarak uçak biletlerini hediye ettiler bu yazın. Kısacası 11 tane stoperle çıksan da, alabileceğin tedbiri en üst noktaya çeksen de bu adamlar sana karşı pozisyon bulacaklar. İşte tam bu noktada; yerinde oynamayan oyuncuların defansif olarak herhangi bir ekstra fayda vermemelerinin yanında, bu mevki değişikliği sebebiyle ofansif olarakta verebileceklerinin yanından geçemeyeklerini hesap etmek zor olmasa gerek. Yani aslında tedbir almıyorsun, ''Gel bu kanadımı kullan'' diye davetiye çıkartıyorsun rakibe. Dünya futboluna senelerce damgasını vurmuş bir Ulusal Takım'da haliyle değerlendirir bu fırsatları...
Tekrar kadro tercihleri hususunu açasım var. Ancak biraz düşününce bu konuda Hiddink'e de fazla yüklenmemek gerektiğini anlıyorum. Zira istediği oyuncuyu seçsin, istediği oyuncular tam konsantrasyon, full kondisyon olsun; yine işi çok zor. Sebebi de şudur ki bu adamın çalıştırdığı diğer takımların az ya da çok ''futbola'' yönelik bir meziyeti vardı. Kimi takımı Hiddink öncesi defansif, kimisi ise fazla ofansifti. Ama şimdi ise senelerdir ne oynadığı belli olmayan ve yaptıkları mesleği sorsanız ''topçu'' diye cevap verecek olan futbolcu grubuna birşeyler öğretmek zorunda. Çalıştırdığı ülkenin en göz önündeki spor yorumcusunun '' Biz coşkulu takımız, böyle oynamamız gerekiyor...'' diyerek futbol karakterini özetlemeye çalıştığı bir takımın başında...
Sahiden neyi iyi yaparız biz, savunmayı mı yoksa hücumu mu? Kontra takımı mıyız, sahayı parselleyebilecek, mevkisinin gerektirdiklerini bilen oyunculardan mı kuruluyuz? Hayır... Sadece ne yaptığını bilmeyen bir takımız. Ve hiçbir şeyi iyi yapamayan bir takımız. Altı kişi ile gidip bir pozisyon dahi bulamamamız da bundan, on kişi ile savunma yaptığımız halde dört oyuncunun geliştirdiği bir ataktan gol yememiz de ... Çünkü biz topçuyuz, hepimiz topu biliriz. Futbolu değil... Bundan sebep futbolun doğrularını en basit şekilde sahaya yansıtan her takıma teslim oluyoruz, olacağız. Bundan sebep Arda'yı Messi ile kıyaslar futbol yorumcularımız , eh ikiside çalım atıyor zaten... Ve yine bundan sebep ligimizde oynadığı zaman tek başına büyük anlamlar ifade eden Tuncay Şanlı'mız herkesin burun kıvırdığı takımlarda süre alamaz. Nuri Şahin'ler rakibimiz olan takımın liginde harikalar yaratırken Milli Takımda oynuyor mu oynamıyor mu belli olmaz...
Ama en iyisini Rıdvan bilir vesselam. Dediği doğrudur, tez zamanda işaret ettiğinin kellesi alınmalıdır. Önde basmalıyızdır, baskı yapmalıyızdır top ayağında olan oyuncuya... Bir de blokları öne çıkartırsan ne ala, hemencecik alıverirsin topu. Sonra müthiş hücum setlerinle, muhteşem futbol bilgisi olan oyuncularınla her türlü pozisyonu bulursun. Oyuncuların seri şekilde yer değiştirirler. Barcelona' da öyle yapmıyor mu zaten?
Bir de '' Almanlara her türlü pozisyonu biz verdik , sıfıra indiler, uzaktan şut attılar, ikinci direğe kanat kaydırıp pozisyon hazırladılar, ikiye birlerle ceza sahasına girdiler ...'' diyor Rıdvan Hocam ve daha nicesi. Hayır efendim, biz vermedik; onlar yarattılar. Arjantin kalesinde yarattıkları gibi. Senin coşkulu takımın ne yaptı peki, nasıl gol atar ; birisi bana anlatsın bir zahmet. Bunu Almanya maçı özelinde anlatmalarını da istemiyorum kimseden, Türk Milli Takımı en büyük başarılarını kazandığı zaman dahi ne oynadı, nasıl gol attı birisi bana anlatsın. Neyi iyi yaptı, savunmayı mı? Yoksa hücumu mu...
Arda olsaymış durum çok farklı olabilirmiş. Doğru; Messi bir Arda ikiydi bu alemde. Pivot santraforumuz olsaymış ileride top tutabilirmişiz. Ne kadar hoş, kendimden geçiyorum söylenenleri dinledikçe. İşin daha hoş tarafı ise bunu elliden fazla Milli olan adamlar söylüyorlar. Biri demiyor '' Kardeşim biz neden on kişi ile yaslanırken pozisyon veriyoruz? '' diye.
Büyük takımları yerel organizasyonlarda bile yerlerdeyken Ulusal Milli Takımı eleştiriyorum ya, hata bende de var aslında. Ülkemin en beğenilen spor yorumcusu hala baskı yapılırken oyuncuların topsuz alanda sahayı ne kadar rezalet paylaştığını görmeden,bir forveti stoperin üstüne çıkarken gördüğünde orgazm oluyorsa bu kadar konuşmak hata. Biz çok iyi biliyoruz, baskı yaparken defansı orta sahaya çıkar yeterli. İki oyuncu baskı yaparken diğerleri orta yuvarlakta halay çekselerde o top taşınmaz bizim kalemize, stoperle forvet arası 50 metreye inmiş bir kere , nasıl taşınsın. Barcelona, İspanya, Almanya '' al gülüm ver gülüm'' oynuyorlar zaten, basit oynuyorlar ki Cruyff efendi de demiş '' Bak Hıncalcığım futbol basit bir oyun...'' diye.
Ne zehirmiş arkadaş, yaz yaz bitmedi diyenleriniz olacak muhakkak. Veya '' bu yazının özeti'' nedir?'' diye düşünecek olanlarda... Özeti şudur efendim, Nuri Bundesliga'da harikalar yaratır ancak Milli Takımımızda göze bile batmaz. Çünkü bizim Milli Takımımız futbolcunun ulaşabileceği en üst noktada olan oyunculardan kurulu, müthiş futbol bilginleri futbol oynuyorlar. Bu sebepten Nuri kötü bir ligde oynadığı için tutunamıyor. Tuncay Şanlı Stoke'da oynayamıyor, çünkü İngilizler takım oyununu severler, Tuncay ise süper yetenek ve kendisine oynuyor. Zaten öyle olmasa ligimizi domine edemezdi. Hamit Bayern'de oynar ama Milli Takımda oynayamaz çünkü biz çok iyiyiz. Mehmet Topal Dünya Şampiyonu bir ülkenin üst düzey takımında onbirdir ama Milli Takımda olamaz çünkü biz aksilikler sonucu o kupaları alamadık normalde daha iyiyiz.
Almanya'ya neden mi yenildik?
Bilmem, neden acaba?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)