30 Ocak 2011 Pazar
Fenerbahçe-Trabzonspor Maçının Ardından
21 Ocak 2011 Cuma
Bir Devin Ayak Sesleri
Ne haftaydı ama. Önce bayan baskette sonra da erkekler baskette Avrupa’nın 1 numaralı favorisi gösterilen iki büyük takım, iki marka takım saygıyla eğildi çubuk formanın gücü karşısında...Bu galibiyetler sadece kağıt üstünde yazılabilecek kadar basit değildi. Dile kolay onur mücadelesi yapan ve “Biz hala Avrupa’nın en iyisiyiz !” diye haykıran kızlar bir yana 20 maçtır kendi evinde yenilmeyen, Avrupa’nın en etkili guard rotasyonuna sahip Yunan devini kendi saha ve seyircisi önünde evire çevire yenen cesur yürekli adamlar bir yana.
Önce Çarşamba gününe Gundars Vetra’nın takımının düştüğü aciz durumlara dönelim.
Sezona şampiyonluk parolasıyla başlayan Fenerbahçe bayan basketbol takımının son bir iki ayda başına gelenler bir takımın başına daha büyük ne gibi bir felaket senaryosu gelebilir ki dedirtecek cinstendi gerçekten. Önce Dünyanın En İyi Bayan Basketbolcusu Diana Taurasi’nin yasaklı madde kullandığının test sonuçları ile ortaya çıkması ve ardından sözleşmesinin feshedilmesi ile takım üzerine kara bulutlar çullanmaya başlamıştı.
“Angel’la birlikte takım kimyasını yeniden oluşturmak için bir an önce çalışmaya başlayacağız,hayat devam ediyor” diyen Ratgeber, bir başka Dünya Yıldızı Penny Taylor’ın zamansızca ülkesine çekip gidivermesi ile bir başka şok daha yaşamıştı. Sene öncesi tüm planlarını ve oyun setlerini bu iki oyuncu üzerine kuran koç silbaştan bir takım yaratmak zorunda kalacaktı artık. Bir gökdelen düşünün son katları çıkmaya başlamışsınız ve bir anda bakıyorsunuz en alttan iki büyük sutun yıkılıyor ve büyük emeklerle bitirmek üzere olduğunuz bina yerle bir olmakla karşı karşıya kalıyor. Yeniden başlıyorsunuz koca binayı inşa etmeye. Hem de bu olumsuz şartlarda karşınızda bir anda kupanın favorisi Rus takımı Ekaterinburg’u buluveriyorsunuz.
Ekaterinburg nasıl bir takım mı? Kendi ligi ve Avrupa ligi dahil bu sene tek resmi mağlubiyetini Taurasi ve Penny’li Fenerbahçe’ye karşı almış, kadrosunda Pondexter, Parker,Nolan,Gruda,Stepanova,Dumerc,Biba gibi dünya yıldızlarını barındıran, tek amacı 4 yıldır Euroleague kupasını almak olan ve bu amaç uğruna korkunç paralar harcayan bir takım.
Dahası 4 yıldır bir arada oynamanın ve kendilerini yenebilen tek isim olan Taurasi’den de kurtulmanın avantajı ve özgüveni ile geldiler İstanbul’a.
Eski dost Pondexter maç öncesi “Burası benim yuvam ve Fenerbahçe taraftarını çok seviyorum” diyerek gönülleri bir kez daha fethederken, koçları Vetra “İlk maçta mucizevi basketlerle mağlup olmuştuk, buraya galibiyet için geldik.” diyerek ilk maçın acısını hala unutamadığını ve kabullenemediğini buram buram belli ediyordu.
Angel McCoughtry takımla henüz 2 resmi maça çıkmış, Jecabsone Zagota sadece 2 idman yapabilmişti takımla. Tüm veriler UMMC’nin rahat bir galibiyet alacağını gösteriyordu. Ancak unutulan bir şey vardı. Fenerbahçe bayan basketbol takımı hala 12 oyuncuya ve kocaman 12 tane yüreğe sahipti. Taraftarı salonu hınca hınç doldurmuş, zor zamanlarda dahi “her zaman arkanızdayız ve size güveniyoruz” mesajını açık bir şekilde vermişti.
İşte böyle bir atmosferde başladı maç ve hava atışının yapılması ile birlikte de salonda Fenerbahçe fırtınası esmeye başladı. Koçun maça şok zone savunma ile başlaması Vetra’nın öğrencilerini de şaşırtmış Gruda’nın çember altından bulduğu sayının ardından Matoviç, Angel ve “Heeey ben hala MVP’yim” diye bağıran Horokova ile gelen 9-0 lık seri daha maçın başında ilk molayı almak zorunda bırakmıştı Rusları. Bundan sonra ne mi oldu? Taraftarın yeni sevgilisi Angel McCoughtry önderliğindeki kızlar, maçın sonuna kadar rakiplerine nefes dahi aldırmadı ve maç başına 64 sayı yiyen rakibini 82-75 yenerek girdikleri onur mücadelesini kazandılar. Bu skor hem Avrupa’da bu sene tek yenilgisiz takım olarak 2.tura 1.sıradan girme hakkını kazandırdı hem de sahaya yüreğini koyan kızların rakip kim olursa olsun kazanmak için ellerinden geleni yapacaklarını, önemli olanın isimler değil! Takım ruhunu yakalamak olduğunu, Fenerbahçe’nin ölmediğini ve dimdik ayakta olduğunu tüm Avrupa’ya haykırmış oldular.
Oyuncuların tek tek ne kadar büyük bir mücadele gösterdiklerine kelimeler yetersiz kalır ancak maç sonrası koç Ratgeber’in şu sözleri son dönemde yaşananların o kadar güzel bir özetiydi ki :“Fırtınanın ortasındaki bir botun içindeyiz fakat büyük dalgalarla mücadele etmeden iyi bir denizci olamazsınız"…
Amatör branşların son yıllardaki tartışmasız en istikrarlı şubesi ve lokomotifi olan Potanın Kraliçeleri’ne final four yolunda sonsuz başarılar diliyor ve rotamızı Yunanistan’a çeviriyoruz.
Geçen yılın Eurolegue şampiyonu Barcelona’yı kendi seyircisi önünde mağlup etme başarısı gösteren Fenerbahçe Ülker bu kez de finalist Olimpiakos’a konuk olmak üzere Dostluk ve Barış Salonu’nun yolunu tutmuştu.
Esasında bu iki takım ilk tur gruplarını aynı galibiyet yüzdesi ile bitirmiş, oyun yapısı ve sistemleri arasında da bariz bir fark görünmüyordu. Tek fark Yunanlıların Euroleague tecrübelerinin, basketboldaki lobilerinin! ve oyuncuların şöhretlerinin çok daha ağır basmasıydı. Rakip ön alanda Teodosiç,Spanoulis ve Papaloukas ile Avrupa’nın en etkili 3’lü guard rotasyonuna sahip görünürken Fenerbahçe Ülker de Ömer, Kinsey ve Tomas’la en etkili panzehire sahipti. Jasicevicius’un takıma dahil olması Ukiç’i de rahatlatmış ancak Mirsad’ın olmaması maç öncesi uzun rotasyonunda sıkıntı yaratmıştı.
Maçtan önce biletlerin tamamının tükendiği söylenmiş ancak pota arkalarında yer yer boşluklar göze çarpmaktaydı. Bir diğer ilginç istatistik de rakibin kendi sahasındaki 20 maçlık bir yenilmezlik serisine sahip olmasıydı. Ezeli rakipleri ve ligde bir türlü üstünlük sağlayamadıkları Panathinaikos’u lig maçında deplasmanda mağlup etmenin özgüveni de hakimdi Yunanlılarda. Ancak bizlerin de galibiyet için umutlarımızı artıran en büyük etken takımımızın Ukiç’in yokluğundaki bocalama dönemi hariç tüm sezon boyunca sahaya koyduğu oyun karakteri ve kazanma arzusuydu.
Maça tam da beklendiği gibi Bourousis’in çember altındaki etkili oyunu ile başladı Olimpiakos. Fenerbahçe ise Tomas ve Ukiç ile karşılık veriyordu rakibine. İki takımda çok basit top kayıpları yapıyor, hakemlerin en ufak temaslara faul çalmaları maçı sık sık durduruyor ve iki takımın da tempoyu ele geçirmesine engel oluyordu. Bir ara Rocky Balboa’nın Ivan Drago ile yaptığı maç gözümün önüne geldi. Arka arkaya bir o boksör bir diğeri rakibini yere sermek için yumruk atıyordu ve bu maçı da belli oldu ki son anlarda ayakta kalmayı başaran kazanacaktı çünkü iki takımda bir türlü geri adım atmıyordu. İlk yarı sonuna kadar skor üstünlüğü defalarca el değiştirdi ve devreye 33-33 eşitlikle girildi.
Devrede en çok dikkat çeken istatistikler Fenerbahçe’nin yaptığı 12 top kaybının yanında çember altına bir türlü top indirememesi ve maçı mümkün olduğu kadar sete set hücumlara çevirerek dış şutlarda başarı sağlamaya çalışmasıydı. Bunda da 4/4 üçlük isabetiyle gayet başarılı olduklarını söylemek mümkündü.
Rakipte ise üç silahşörler Teo,Spa ve Papa son derece etkisiz bir performans sergilemişlerdi ilk yarıda ve takım olarak sadece 3 asistte kalmaları Fenerbahçe’nin yaptığı baskılı savunma karşısında oyun disiplininden ne kadar uzaklaştıklarını gösteriyordu.
İkinci yarıya da benzer bir şekilde başladı. Erceg ve Bourousis’e günün en başarılı ismi Tomas karşılık verdi. Derken henüz çeyreğin başında arka arkaya faul yapan Kaya sinirlerine hakim olamayıp teknik faulü de alınca oyun dışında kalmış zaten sıkıntıdaki uzun rotasyonumuz iyice daralmıştı. Bu durumda sezonun belki de en tartışılan ismi Sean May’e ve Lavrinoviç’e büyük bir yük düşecekti. Çeyreğin son anlarında Spanoulis’in sazı eline almasıyla Olimpiakos bir anda 5 sayı öne fırladı. Ancak May’in savunma ve hücumda ekstra katkısı ve Ukiç’in son saniye turnikesi ile her şeye rağmen 3 sayı geride girdi Fenerbahçe son çeyreğe. Çeyreğin en dikkat çekici olayı belki de ilk yarı uzun oyuncularla bir türlü pas senkronunu tutturamayıp çok basit top kayıpları yapan Jasicevicius hiç oyuna girmemişti. Ancak bu büyük oyuncunun söyleyecek son bir sözü illa ki olacaktı!
Maçın 34.dakikası 64-63 Olimpiakos’un üstünlüğü ile geçildikten sonra ne olduysa bu dakikadan sonra oldu. Ayağındaki ödeme rağmen büyük bir özveri gösteren Büyük Kaptan Ömer Onan çıktı sahneye. Önce çok kritik bir üçlük gönderdi rakip potaya ardından da son çeyreklerin en dikkat edilecek ismi Spanoulis’i savunması ile sahadan sildi. Spahija 3.çeyrekte hiç şans vermediği Saras’ı sahaya sürdü bu arada. Çünkü o da biliyordu ki Panathinaikos ile defalarca bu takıma karşı zaferler kazanmış Litvanyalı oyuncu bir kez daha bu salonda sahneye çıkacaktı. O da bu güveni boşa çıkarmadı ve 3 dakika kala attığı kritik üçlükle tüm salonu susturmayı bildi. Rakibine 5 dakikayı aşkın sayı atma şansı vermeyen Fenerbahçe Ülkerli oyuncular Ömer’in artık klasik haline gelen son saniye basketiyle 84-70’lik muhteşem bir galibiyet elde ediyordu…Böylece geçen yılın şampiyonunun ardından finalisti de saygıyla eğildi takımımızın önünde.
Takımın 1 yılda geldiği bu nokta gerçekten inanılmaz boyutta. 1500-2000 ortalamaya oynayan, ilk tur gruplarında sonuncu olmuş, tartışmaların,dedikoduların ardı arkası kesilmeyen o takım gitmiş, Aydın Örs’ün direktörlüğünde ve Spahija’nın koçluk dehasıyla 13-14 bin seyirciye oynayan, oyuncusu,taraftarı olağanüstü bir sinerji yakalayan ve F4’ü sonuna kadar kovalayacak bir takım gelmişti. Rakip kim olursa olsun ve nerede oynarsa oynasın 40 dakika boyunca mücadeleyi bir an olsun bırakmayan, salonda binlerin, ekran başında milyonların ayakta alkışladığı bir takım ortaya çıkmıştı.
Maçtan sonra Ratgeber’in manidar sözüne benzer Spahija’da çok güzel bir mesaj vermişti tüm Avrupa’ya: “Onlar belki de Avrupa’nın en iyi takımı olabilirler ancak biz de Fenerbahçe’yiz”
Basketbol şubesindeki bayan erkek bu 24 oyuncuya ne desek ne kadar övsek azdır. Muhteşem bir haftayı geride bıraktık. Umuyor ve inanıyorum ki bu yolun sonu her iki takımımız için de F4 olacaktır. Teşekkürler Fenerbahçe….
“Dünyanın En Büyük Spor Klübü”
Konukyazar: İlhan BİÇİCİ