30 Ocak 2011 Pazar

Fenerbahçe-Trabzonspor Maçının Ardından



Çok şey yazdık Aykut Kocaman hakkında, çok eleştirdik kendisini... Ancak bugün oynanan maçın özeti budur, günün kazanan-kazandıranı benimsediği oyun stratejisi ile, yaptığı değişiklikler ile Aykut Kocamandır; dahası '' Nasıl koydu Aykut Kocaman'' dır. Zico'nun zamanında absürd saha içi dizilişlerinden Newcastle maçı ile vazgeçişi geldi aklıma birden...

Nedense...

Bu pozitif havanın lig sonuna kadar sürmesi dileğiyle.


21 Ocak 2011 Cuma

Bir Devin Ayak Sesleri

Ne haftaydı ama. Önce bayan baskette sonra da erkekler baskette Avrupa’nın 1 numaralı favorisi gösterilen iki büyük takım, iki marka takım saygıyla eğildi çubuk formanın gücü karşısında...Bu galibiyetler sadece kağıt üstünde yazılabilecek kadar basit değildi. Dile kolay onur mücadelesi yapan ve “Biz hala Avrupa’nın en iyisiyiz !” diye haykıran kızlar bir yana 20 maçtır kendi evinde yenilmeyen, Avrupa’nın en etkili guard rotasyonuna sahip Yunan devini kendi saha ve seyircisi önünde evire çevire yenen cesur yürekli adamlar bir yana.

Önce Çarşamba gününe Gundars Vetra’nın takımının düştüğü aciz durumlara dönelim.

Sezona şampiyonluk parolasıyla başlayan Fenerbahçe bayan basketbol takımının son bir iki ayda başına gelenler bir takımın başına daha büyük ne gibi bir felaket senaryosu gelebilir ki dedirtecek cinstendi gerçekten. Önce Dünyanın En İyi Bayan Basketbolcusu Diana Taurasi’nin yasaklı madde kullandığının test sonuçları ile ortaya çıkması ve ardından sözleşmesinin feshedilmesi ile takım üzerine kara bulutlar çullanmaya başlamıştı.

Angel’la birlikte takım kimyasını yeniden oluşturmak için bir an önce çalışmaya başlayacağız,hayat devam ediyor” diyen Ratgeber, bir başka Dünya Yıldızı Penny Taylor’ın zamansızca ülkesine çekip gidivermesi ile bir başka şok daha yaşamıştı. Sene öncesi tüm planlarını ve oyun setlerini bu iki oyuncu üzerine kuran koç silbaştan bir takım yaratmak zorunda kalacaktı artık. Bir gökdelen düşünün son katları çıkmaya başlamışsınız ve bir anda bakıyorsunuz en alttan iki büyük sutun yıkılıyor ve büyük emeklerle bitirmek üzere olduğunuz bina yerle bir olmakla karşı karşıya kalıyor. Yeniden başlıyorsunuz koca binayı inşa etmeye. Hem de bu olumsuz şartlarda karşınızda bir anda kupanın favorisi Rus takımı Ekaterinburg’u buluveriyorsunuz.

Ekaterinburg nasıl bir takım mı? Kendi ligi ve Avrupa ligi dahil bu sene tek resmi mağlubiyetini Taurasi ve Penny’li Fenerbahçe’ye karşı almış, kadrosunda Pondexter, Parker,Nolan,Gruda,Stepanova,Dumerc,Biba gibi dünya yıldızlarını barındıran, tek amacı 4 yıldır Euroleague kupasını almak olan ve bu amaç uğruna korkunç paralar harcayan bir takım.

Dahası 4 yıldır bir arada oynamanın ve kendilerini yenebilen tek isim olan Taurasi’den de kurtulmanın avantajı ve özgüveni ile geldiler İstanbul’a.

Eski dost Pondexter maç öncesi “Burası benim yuvam ve Fenerbahçe taraftarını çok seviyorum” diyerek gönülleri bir kez daha fethederken, koçları Vetraİlk maçta mucizevi basketlerle mağlup olmuştuk, buraya galibiyet için geldik.” diyerek ilk maçın acısını hala unutamadığını ve kabullenemediğini buram buram belli ediyordu.

Angel McCoughtry takımla henüz 2 resmi maça çıkmış, Jecabsone Zagota sadece 2 idman yapabilmişti takımla. Tüm veriler UMMC’nin rahat bir galibiyet alacağını gösteriyordu. Ancak unutulan bir şey vardı. Fenerbahçe bayan basketbol takımı hala 12 oyuncuya ve kocaman 12 tane yüreğe sahipti. Taraftarı salonu hınca hınç doldurmuş, zor zamanlarda dahi “her zaman arkanızdayız ve size güveniyoruz” mesajını açık bir şekilde vermişti.

İşte böyle bir atmosferde başladı maç ve hava atışının yapılması ile birlikte de salonda Fenerbahçe fırtınası esmeye başladı. Koçun maça şok zone savunma ile başlaması Vetra’nın öğrencilerini de şaşırtmış Gruda’nın çember altından bulduğu sayının ardından Matoviç, Angel ve “Heeey ben hala MVP’yim” diye bağıran Horokova ile gelen 9-0 lık seri daha maçın başında ilk molayı almak zorunda bırakmıştı Rusları. Bundan sonra ne mi oldu? Taraftarın yeni sevgilisi Angel McCoughtry önderliğindeki kızlar, maçın sonuna kadar rakiplerine nefes dahi aldırmadı ve maç başına 64 sayı yiyen rakibini 82-75 yenerek girdikleri onur mücadelesini kazandılar. Bu skor hem Avrupa’da bu sene tek yenilgisiz takım olarak 2.tura 1.sıradan girme hakkını kazandırdı hem de sahaya yüreğini koyan kızların rakip kim olursa olsun kazanmak için ellerinden geleni yapacaklarını, önemli olanın isimler değil! Takım ruhunu yakalamak olduğunu, Fenerbahçe’nin ölmediğini ve dimdik ayakta olduğunu tüm Avrupa’ya haykırmış oldular.

Oyuncuların tek tek ne kadar büyük bir mücadele gösterdiklerine kelimeler yetersiz kalır ancak maç sonrası koç Ratgeber’in şu sözleri son dönemde yaşananların o kadar güzel bir özetiydi ki :“Fırtınanın ortasındaki bir botun içindeyiz fakat büyük dalgalarla mücadele etmeden iyi bir denizci olamazsınız"…

Amatör branşların son yıllardaki tartışmasız en istikrarlı şubesi ve lokomotifi olan Potanın Kraliçeleri’ne final four yolunda sonsuz başarılar diliyor ve rotamızı Yunanistan’a çeviriyoruz.

Geçen yılın Eurolegue şampiyonu Barcelona’yı kendi seyircisi önünde mağlup etme başarısı gösteren Fenerbahçe Ülker bu kez de finalist Olimpiakos’a konuk olmak üzere Dostluk ve Barış Salonu’nun yolunu tutmuştu.

Esasında bu iki takım ilk tur gruplarını aynı galibiyet yüzdesi ile bitirmiş, oyun yapısı ve sistemleri arasında da bariz bir fark görünmüyordu. Tek fark Yunanlıların Euroleague tecrübelerinin, basketboldaki lobilerinin! ve oyuncuların şöhretlerinin çok daha ağır basmasıydı. Rakip ön alanda Teodosiç,Spanoulis ve Papaloukas ile Avrupa’nın en etkili 3’lü guard rotasyonuna sahip görünürken Fenerbahçe Ülker de Ömer, Kinsey ve Tomas’la en etkili panzehire sahipti. Jasicevicius’un takıma dahil olması Ukiç’i de rahatlatmış ancak Mirsad’ın olmaması maç öncesi uzun rotasyonunda sıkıntı yaratmıştı.

Maçtan önce biletlerin tamamının tükendiği söylenmiş ancak pota arkalarında yer yer boşluklar göze çarpmaktaydı. Bir diğer ilginç istatistik de rakibin kendi sahasındaki 20 maçlık bir yenilmezlik serisine sahip olmasıydı. Ezeli rakipleri ve ligde bir türlü üstünlük sağlayamadıkları Panathinaikos’u lig maçında deplasmanda mağlup etmenin özgüveni de hakimdi Yunanlılarda. Ancak bizlerin de galibiyet için umutlarımızı artıran en büyük etken takımımızın Ukiç’in yokluğundaki bocalama dönemi hariç tüm sezon boyunca sahaya koyduğu oyun karakteri ve kazanma arzusuydu.

Maça tam da beklendiği gibi Bourousis’in çember altındaki etkili oyunu ile başladı Olimpiakos. Fenerbahçe ise Tomas ve Ukiç ile karşılık veriyordu rakibine. İki takımda çok basit top kayıpları yapıyor, hakemlerin en ufak temaslara faul çalmaları maçı sık sık durduruyor ve iki takımın da tempoyu ele geçirmesine engel oluyordu. Bir ara Rocky Balboa’nın Ivan Drago ile yaptığı maç gözümün önüne geldi. Arka arkaya bir o boksör bir diğeri rakibini yere sermek için yumruk atıyordu ve bu maçı da belli oldu ki son anlarda ayakta kalmayı başaran kazanacaktı çünkü iki takımda bir türlü geri adım atmıyordu. İlk yarı sonuna kadar skor üstünlüğü defalarca el değiştirdi ve devreye 33-33 eşitlikle girildi.

Devrede en çok dikkat çeken istatistikler Fenerbahçe’nin yaptığı 12 top kaybının yanında çember altına bir türlü top indirememesi ve maçı mümkün olduğu kadar sete set hücumlara çevirerek dış şutlarda başarı sağlamaya çalışmasıydı. Bunda da 4/4 üçlük isabetiyle gayet başarılı olduklarını söylemek mümkündü.

Rakipte ise üç silahşörler Teo,Spa ve Papa son derece etkisiz bir performans sergilemişlerdi ilk yarıda ve takım olarak sadece 3 asistte kalmaları Fenerbahçe’nin yaptığı baskılı savunma karşısında oyun disiplininden ne kadar uzaklaştıklarını gösteriyordu.

İkinci yarıya da benzer bir şekilde başladı. Erceg ve Bourousis’e günün en başarılı ismi Tomas karşılık verdi. Derken henüz çeyreğin başında arka arkaya faul yapan Kaya sinirlerine hakim olamayıp teknik faulü de alınca oyun dışında kalmış zaten sıkıntıdaki uzun rotasyonumuz iyice daralmıştı. Bu durumda sezonun belki de en tartışılan ismi Sean May’e ve Lavrinoviç’e büyük bir yük düşecekti. Çeyreğin son anlarında Spanoulis’in sazı eline almasıyla Olimpiakos bir anda 5 sayı öne fırladı. Ancak May’in savunma ve hücumda ekstra katkısı ve Ukiç’in son saniye turnikesi ile her şeye rağmen 3 sayı geride girdi Fenerbahçe son çeyreğe. Çeyreğin en dikkat çekici olayı belki de ilk yarı uzun oyuncularla bir türlü pas senkronunu tutturamayıp çok basit top kayıpları yapan Jasicevicius hiç oyuna girmemişti. Ancak bu büyük oyuncunun söyleyecek son bir sözü illa ki olacaktı!

Maçın 34.dakikası 64-63 Olimpiakos’un üstünlüğü ile geçildikten sonra ne olduysa bu dakikadan sonra oldu. Ayağındaki ödeme rağmen büyük bir özveri gösteren Büyük Kaptan Ömer Onan çıktı sahneye. Önce çok kritik bir üçlük gönderdi rakip potaya ardından da son çeyreklerin en dikkat edilecek ismi Spanoulis’i savunması ile sahadan sildi. Spahija 3.çeyrekte hiç şans vermediği Saras’ı sahaya sürdü bu arada. Çünkü o da biliyordu ki Panathinaikos ile defalarca bu takıma karşı zaferler kazanmış Litvanyalı oyuncu bir kez daha bu salonda sahneye çıkacaktı. O da bu güveni boşa çıkarmadı ve 3 dakika kala attığı kritik üçlükle tüm salonu susturmayı bildi. Rakibine 5 dakikayı aşkın sayı atma şansı vermeyen Fenerbahçe Ülkerli oyuncular Ömer’in artık klasik haline gelen son saniye basketiyle 84-70’lik muhteşem bir galibiyet elde ediyordu…Böylece geçen yılın şampiyonunun ardından finalisti de saygıyla eğildi takımımızın önünde.

Takımın 1 yılda geldiği bu nokta gerçekten inanılmaz boyutta. 1500-2000 ortalamaya oynayan, ilk tur gruplarında sonuncu olmuş, tartışmaların,dedikoduların ardı arkası kesilmeyen o takım gitmiş, Aydın Örs’ün direktörlüğünde ve Spahija’nın koçluk dehasıyla 13-14 bin seyirciye oynayan, oyuncusu,taraftarı olağanüstü bir sinerji yakalayan ve F4’ü sonuna kadar kovalayacak bir takım gelmişti. Rakip kim olursa olsun ve nerede oynarsa oynasın 40 dakika boyunca mücadeleyi bir an olsun bırakmayan, salonda binlerin, ekran başında milyonların ayakta alkışladığı bir takım ortaya çıkmıştı.

Maçtan sonra Ratgeber’in manidar sözüne benzer Spahija’da çok güzel bir mesaj vermişti tüm Avrupa’ya: “Onlar belki de Avrupa’nın en iyi takımı olabilirler ancak biz de Fenerbahçe’yiz

Basketbol şubesindeki bayan erkek bu 24 oyuncuya ne desek ne kadar övsek azdır. Muhteşem bir haftayı geride bıraktık. Umuyor ve inanıyorum ki bu yolun sonu her iki takımımız için de F4 olacaktır. Teşekkürler Fenerbahçe….

Dünyanın En Büyük Spor Klübü


Konukyazar: İlhan BİÇİCİ

20 Ocak 2011 Perşembe

İşte Bu...


Sadece şu fotoğraf bile ikinci yarıya umutlu girme sebebidir. Geç oldu, güç olmasın...

19 Ocak 2011 Çarşamba

Unifeb 2010 Yılının Enleri


Şuradan ulaşabileceğiniz üzere etkin bir şekilde çalışma imkanı yakalayamasam da parçası olduğum UNİFEB'in yılın Fenerbahçe'li blogu dalında adaylar arasında gösterilmişiz. Yaptıkları ile benzerlerinden çok farklı bir profil çizen UNİFEB tarafından böyle bir ödüle aday gösterilmek gerçekten çok büyük onur ve mutluluk kaynağı. Adaylar arasında benimde çok severek okuduğum çok değerli bloglar olduğundan yılın Fenerbahçe'li blogu ödül adaylarından olmanın keyfini sürüyorum şuan.

2010 yılı boyunca Fenerbahçe'nin Daum dönemini stadtan aktarmaya çalıştık. Ayrıca A2 müsabakalarını yerinde takip ederek izlenimlerimizi mümkün olduğunca kendi karelerimizle blogda paylaşmaya çalıştık. Ki geçmişe baktığımda kendi adıma en büyük mutluluğum Gökay, Okan ve Berk gibi gençlerin adının gerek blog dünyasında, gerek forumlarda, gerekse basında geçmesinde ufak da olsa bir payım olmasıdır. Onların her ortalarında ya da kazandıkları topta daha da artıyor tabi bu mutluluk. Bir de altyapı organizasyonuna dair gelen ısrarlı sorular var ki onların varlığı sebebiyle kendimi başarılı olarak görmekteyim. Kısacası zaman zaman buraları boşlasak ta kendi adıma keyifli ve güzel bir sene geçirdim , bloga yerleştirmeye çalıştığım misyon doğrultusunda blog takipçilerini altyapı organizasyonu konusunda bilgilendirmeye çalıştım.

Sözü bitirmeden önce tekrar UNİFEB'e teşekkür ediyorum. Böyle şeyler insana ilham veriyor gerçekten...

13 Ocak 2011 Perşembe

Filmin Sonu...

''Servet'in rövaşatası ile dünyanın sonu mu geldi acaba derken Fener'in Türkiye Kupası'ndan elenmesiyle hayat tekrarnormale döndü. Gülmemek elde değil.'' demiş arkadaşın biri. Katılmamak elde mi?

Ancak sadece bu söze katılabiliyoruz tabi. Zira ortada bir tablo var, çok iç açıcı olanından. Hemen paylaşıyorum;

Kupa-> Grup sonuncusu.
Avrupa-> Gruplara kalıp sonuncu dahi olamadı.
Lig->Sübhanallah liderin 9 puan gerisinde...

Eski Malatya olsa kesin yenerdik. Yenisi ters geldi biraz, anladım da... Ortada bir gariplik yok mu sizcede? Mesela 15 kişi ile neredeyse Lille'i eleyecekken talihsiz bir gol sonrasında elenen hoca vizyonsuz diye ayaklarından tavana asıldı geçen sene. Türkiye Kupası'nı finalde, ligi ise yine finalde bıraktı. Türk taraftarlar gelişiyorlar tabi, önceden '' Ne iş yapar bu adam, simitçi bile bu takımı şampiyon yapardı.'' derdi, geçen sezon sonu ise son senelerin modası nakarat etti dillerde...

Sıkı durun:

Looser...

Şimdi insan düşünüyor tabi. Daum looser ise Aykut Kocaman nedir diye sorası geliyor arada. Ama sormayalım. Sonra yazı değerlendirmelerinde ''kötü''yü yiyoruz.

Devam edelim...

He unutmadan ;devam ederken geçen sene kör topal kanat oyuncuları ve el bombası bir stoperle finallere kadar geldiğimizi hatırlatıp ama üstünde durmadan devam edelim.

Burada sürekli olarak paylaştık ''Neden Aykut Kocaman yetersiz?'' sorusunun cevabını. Negatif yorumlar alsak ta bunları ''taraftar gibi davrananı taraftarın tutmasına'' bağladık bunca zaman. Ama görülmek istenmese dahi en büyük problem taraftar gibi davranmak aslında. Sene başında bir hata yaptık, kızımıza damat alıyorduk sanki '' Adam gibi adam '' almalıydık, doğru konuşmalı idi politik ve stratejik değil. Kelepçecigillerden Vedo yollanmalıydı ilk, yollandı. Sonra birikmiş sorun Alex'e gelmeliydi sıra geldi. Sonra kelepçecilerden Andre Santos'un dengesi bozulmalıydı , bozuldu. Sonra moral olarak yerin dibindeyki forvet oyuncusuna bir tekme daha atılmalıydı, atıldı. Klup maddi olarak zarar edecek olsa da doğrular bunlardı değil mi? Sonra Cristian'a takılmalıydı, takıldı. Ruhsuz oyuncular, kelepçeci oyuncular kapı dışarı edilmeliydi...

Ee, öyleyse bu tabloyu kim , nasıl açıklayacak?

Çok samimi birkaç şey söylemek istiyorum. Esasen temel sıkıntı ne Aykut Kocaman'ın taktik, teknik eksikliği ne transferleri ne başka birşey. Bunlardan etken tabi ama en büyük sıkıntı Lille maçından sonra Daum'un kellesini isteyen taraftar, ligde şampiyon olamadı diye Zico'yu gönderen başkan ve çok övülmesine rağmen iletişim konusunda yerlerdeki Teknik Direktör...

''Yorumsuz'' olarak vereceğim bir cümlem daha var buna binaen;

Alex De Souza, Andre Santos, Cristian, Kazım, Andre Santos, Guiza...

Zira Daum'un Dunga'ya yalan söylemeyerek (Evet, Andre Santos'un kelepçeli partilerin içinde olduğu haberi malesef ki doğru diyerek ) sattığı Andre Santos'un Daum döneminde şuanki performansının 10 mislini verdiğini herkes görüyor...

Sahi, yukarıda Vederson demişken aklıma geldi. Keleçpeciydi değil mi o? Peki Caner neci acaba?

Bu makamda oturan şahsiyetlerin taraftar gibi davranıp taraftarın taktığı konulara takmaması gerektiğini milyon kere yazdık buraya. Bir kez daha tekrarlamanın lüzumu yok zira kelepçeliler kelepçesizlerden ne hikmetse 3 kat daha başarılı oldular geçen sezon...

En kötü olan ise şu ki Fenerbahçe taraftarı futbol diye bir branşın olduğunu unutmak üzere... Bunda başka branşlarda alınan başarıların büyük etkisi olsa da temel sebep futbol şubesinin başarısızlık ve kötü yönetime alışması sanırım. Benim gibi bir Fenerbahçe taraftarı Fenerbahçe futbol takımının maçından çok Fenerbahçe Ülker maçını izliyorsa cidden incelenmesi gereken bir konu olmuştur bu...

Son paragraf transfer mevzusu için gelsin. Fenerbahçe'nin sol bek ya da ön libero ihtiyacı olduğu doğrudur ancak en büyük ihtiyaç sahada ne yaptığını bilen , takım gibi oynayabilen bir takımdır. Şayet eksik bölgelere mevkilerinin en iyileri olan yıldızları getirsenizde bir değişim olmadığını göreceksiniz... O zamanda çok iyi oyunculardan kurulu rezalet bir takım olarak devam edeceğiz yola, ötesi değil.

9 Ocak 2011 Pazar

Onur Karakabak Hakkında

Aragones döneminde,''Yeni Hakan Şükür'' diye piyasaya sürülen Furkan Aydın ile beraber Gökhan Emreciksin ve Abdülkadir Kayalı'nın da transfer edildiği devre arasında Fenerbahçe'ye katılmıştı Onur Karakabak. Buraya daha ilk maçta Furkan Aydın için olumsuz notlar düşmüştük ancak Onur Furkan'dan çok ayrı ve pozitif bir futbol ortaya koyuyordu. Yarım sezon Fenerbahçe A2 takımı ile oynadıktan sonra Mersin İdman Yurdu'na kiralanmıştı orada da 15 maç kadar oynayıp maç tecrübesi kazanmıştı.

Buraya kadar olan kısmı hatırlamayanlar için not düştük. Buradan sonrası ise '' Adsız '' blog takipçisi için gelsin. Onur Dereağzı'nda tedavi görüyormuş şuan. Geçirdiği sakatlık sonrasında çapraz bağ ameliyatı olmuş, fizyoterapi görüyormuş. Ne zaman geri döneceğine dair bir haber alırsam tekrar buradan paylaşacağım.

8 Ocak 2011 Cumartesi

8 Ocak 2011- Fenerbahçe-Kartalspor U18 Müsabakası


Uzun zamandır Fenerbahçe'nin u18 takımını izlemeyi düşünüyordum. Gerek bu takım hakkında yapılan yorumlar gerek Recep Niyaz hakkında söylenenler maça gitmeden bir beklentiye girmeme sebep olmuştu. Bu sebeple başta Recep Niyaz olmak üzere dikkatli bir şekilde izlemeye çalıştım takımı.

Maç başlamadan 45 dakika kadar önce Dereağzı'ndaydım. Geçtiğimiz sene izlediğim A2 maçlarının hemen hemen hepsinde beraber olduğum sevgili abim ile U18 takımı ve diğer yaş grupları üzerine keyifli bir sohbete başladık. Ara sıra Kartalspor'un ısınma hareketlerindeki ciddiyetleri dikkatimi çekti. Sonra döndüm bir de benim futbol oynadığım zamanlardaki ısınmaları düşündüm. İşte aradaki büyük fark Kartalspor'un ligdeki konumunu ortaya çıkartıyor, çıkartıyormuş. Kartalspor'a böyle bir gelecek hazırlayan hocaları tebrik etmek gerekiyor.

Maçın ilk yarısında tek pozisyonu Fenerbahçe'nin solbek oyuncusunun hatası ile Fenerbahçe kalesinin üst direğinde patlayan toptu. Mücadele açısındana yüksek kalitede, üretkenlik açısından kısır bir ilk yarının sonrasında oyun kırmızı kart ve gol kokmaya başladı.




2005 yılında Kartalspor'dan Fenerbahçe'ye transfer olan Ali Civan Düzova, Recep Niyaz ve Mehmet Topçu'nun sürekli yer değiştirerek oynadığı Fenerbahçe'de gol Mehmet Topçu'dan geldi. Bu dakikaya kadar üstteki resimdeki ''Aliş'' lakaplı Ali Civan oyunun genelinde çok istekli ve zaman zaman üretken bir performans sergiledi. O ve diğerleri hakkında kesin bir yargıya tek maçta varmak biraz insafsızlık olur ancak gerek Ali gerek Recep gerek Mehmet sahada diğerlerinden rahatça ayrılıyor. Özellikle çoğu topun Ali Civan ile buluşması onun takımda dominant bir durumda olduğunu düşündürdü bana. Yetenekli ve hızlı olmasının yanında yeri geldiğinde tek top oynama çabası ilk maçta pozitif bir not düşmeme sebep oldu.














Recep Niyaz hakkında bir maç izlemiş olsam da şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kafası diğer oyunculardan daha farklı ve hızlı çalışıyor kendisinin. Kısa mesefade bileklerine hakim, seri ve ''pırpır'' olması bir yana basit oynama çabası ve pas verdiği zaman sürekli boşa çıkması diğer oyunculardan ayrılan en belirgin özellikleri olarak gözüme çarptı. Daha etkileyici olan ise şu ki bu yaşlarda oyuncular genel olarak attığı çalımı tribüne atarlar ya da rakibi geçmiş olmak için. Fakat Recep'in çalım attığı yerler ve çalım attıktan sonraki hareketleri attığı çalımı sonuca gitmek, atağı hızlı geliştirmek amacı ile attığını düşündürdü bana. Zira çalımın gerekmediği yerlerde sürekli tek ve kısa pas tercihi kullandı Recep ki dediğim gibi bu bana farklı ve özel gelen bir özellik. Çok beğendim kendisini...

Mehmet Topçu'yu A2 takımında da izliyip buraya not düştüğüm için onda '' ne yapar bu oyuncu '' sorusunun değil de '' neleri değiştirmiş, geliştirmiş?'' sorunun cevabını aradım. Bir kere kendi yaş grubu olduğu için çok daha rahat. Topu istediği gibi kullanıyor. Onun haricinde zaten klasik inceci, teknik bir solak oyuncu Mehmet.


Maç çok sert geçtiğinden yer yer sakatlıklar oldu. Bu denli sert geçen bir mücadelede genç oyuncuların sinirlerine hakim olmasının sevindirici olduğunu düşünürken maç sonunda maç kenarındaki abilerinin(?) etkisiyle bir Kartalspor'lu oyuncunun Fenerbahçe'nin sağbekinin üstüne yürüyüp ortamı germesi sevincimi yarıda bıraktı. Fenerbahçe'li oyuncularda maçtaki gerginlik ve sertlikten çok fazla beslenmiş olacaklar ki gerek golde gerek maç bitiminde güzel bir coşku yaşadılar.

Kısacası bu takım bana keyif verdi, gerek mücadeleleri gerek bireysel performansları oldukça ilgimi çekti. Bundan sonra fırsat buldukça A2 takımının yanında bu takımıda ele almaya devam edeceğim.

Formula 1'in Renkleri: 1970'ler

Jarama 1979, Ligier JS11, Patrick Depailler ve Jacques Laffite
Yuvarlak hatlı araçlar iyidir. Mavi-beyaz ve altın şerit kombinasyonu da öyle.


Interlagos 1977, BRM P207, Larry Perkins
Sanki biraz IRL burnu, renkler de Champcar'daki Players Forsythe renkleri gibi. Hoş ama.


Clermont-Ferrand 1972, Tyrell 3, Sir Jackie Stewart
Tyrell ne yaparsa çok güzeldi zaten 70'lerin sonlarına kadar. Sir Jackie Stewart'ı ayrıca severiz zaten. Bakın ne hoş:


Silverstone 1979, Arrows A2, Riccardo Patrese
Yuvarlak hatlı olsun bizim olsun, yumurta misali altın Arrows. Gümüş Ok varsa Altın Ok da var. Riccardo Patrese de sevilir, karısının ödünü kopardığı şu videosu tavsiye edilir.


Monaco 1977, McLaren M23, Jochen Mass
Arka kanadına ve kokpit arkası hava girişlerine hastayım. 1 numaralı olanı da o sene James Hunt kullandı, ki F1'in Jimmy Dean'i diyebiliriz kendisine.


Anderstorp 1977, Walter Wolf WR2, Jody Scheckter
Siyah üzerine altın o dönemlerin modası tabii, WR2'ye ve Scheckter'e de yakışmış. Scheckter Güney Afrikalı ilk ve tek F1 Şampiyonu ve Schumacher dönemine kadar Ferrari'nin son şampiyonuydu-1979'da.


Fuji 1977, Heros Racing KE009, Noritake Takahara
Bridgestone'un ikinci F1 deneyimi-ki ilki bir sene önce yine burada. Japonlar yapmış gerçekten, renkler filan F1'de görülebilecek cinsten değil neredeyse.


Interlagos 1978, Merzario A1, Arturo Merzario
Bir müşteri Arrows'uyla 31 sene önceden u şeklindeki ön burunu bulmak...Bu sene herkes Red Bul'dan taklit etti, ama daha önce yapılmış sanki? Gör bunları Adrian. Adriaaaaaan!


Kyalami 1975, Martini Racing BT44B, Carlos Reutemann
Zaten Lancia ile birlikte sevdiğim renklere sahip Martini. Brabham BT44B şasisi de zaten çok güzel. Carlos Reutemann da iyidir-F1'de de WRC'de de puan almıştı, daha sonraları Brezilya'da Santa Fe valisi de oldu sanırım.


Anderstorp 1976, Tyrell P34, Jody Scheckter
En güzelini sona bıraktım. Genelde sıralama yapmam bu araçlar arasında ama P34'ün yeri başka bende. Burada Formula 1'in 6 tekerlekle yarış kazanan tek otomobili olma unvanını alıyor.


Sırada 80'ler var. Prost, Senna, Lauda, Rosberg, Piquet, İlhan İrem filan derken orada da seçmek çok zor olacak. Takip ediniz.

Mali SELIŞIK

Rapor

İlk önce bugün oynanan Kartalspor-Fenerbahçe maçından detaylar,fotoğraflar, Recep Niyaz, Mehmet Topçu ve ''Aliş'' hakkında değerlendirmeler...

İlerleyen zamanlarda sürpriz bir röportaj...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Türk Telekom Arena Açılırken

































Kazım Kazım transferiyle Kadıköy'de galibiyet gören bir oyuncu takviye edilerek eksik parça tamamlandı. Hayırlısı olsun. Artık kapanana kadar, çalsın sazlar...

Adnan Adnan'dan Kazım Kazım Hamlesi

















Galatasaraylılar isyanda, Fenerbahçeliler ise dalga geçiyorlar ama... Bence sorunlu oyuncu yoktur; yetersiz hoca vardır.

He, 1,250 nedir, onu anlayamadım tabi.
Related Posts with Thumbnails