29 Ocak 2013 Salı

Futbol Adamları 2: Dirt Kuyt

Dirk Kuyt gibi oyuncuları henüz onlar doğmamışken tanıdım. Çocukluğumda onun Hollanda kıyısındaki köyü Katwijk'in kumullarında onlara karşı maç yaptım. Kuyt tipi oyunculara saygı duyar ve onlardan korkardım. Ancak Liverpool Futbol klubü'nün onun gibi biriyle anlaşma imzalayacağını hayal bile edemezdim. Ama klup, geçen ay Hollandalı futbolcuyu 10 M € karşılığında aldı. Kuyt bugün takımı için ilk maçına, Everton karşşı oynanacak Mersiyside derbisine çıkmayı umuyor. İnsan onun 10 M € etmeyeceğini söylemek istiyor ancak Kuyt, Bush'un deyimiyle her zaman '' azımsanıyor''du.

Kuyt'un doğumunun gerçekleştiği 1980'lerin kış cumartesileri, benim futbol takımım, babalarımızın arabalarının arka koltuklarında Katwijk'e doğru yolculuk ederdi. Rakibimiz genellikle Kuyt'un gelecekteki takımı Quick Boys olurdu. Karwijk Kiliselerini, şık mağazaları ve pencerelerinde Alman simgeleri bulunan pansiyonları geçerken denizden esen rüzgar arabayı sallardı.

Quick Boys'un soyunma odaları her zaman kalabalık olurd, çünkü Katwijk'in denizci ve balıkçıları hep cumartesileri futbol oynuyordu. Pazar günleri Tanrı'ya ibadet için ayrılmıştı. Kasabadaki tüm erkekler oynuyordu: Quick Boys'un şu sıralar yirmi yetişkin takımı on beş de dokuz yaş altı takımı var. Gerçi o çocuklara yetişkin demek çoğu zaman aldatıcıdır. Zira - balık, süt ve batı rüzgarıyla yetişen - Katwijk çocuğu şimdiden Kuyt' un günümüzdeki hali kadar büyük.

Rakiplerimiz genellikle Kuyt gibi albinoydu ve toplamda iki farklı soyadı vardı. Çoğunlukla Kuyt soyadını taşıyorlardı. Top kontrolünü fazla önemsemiyorlardı. Belki rüzgar yüzünden ve rüzgarın sorumlusu Tanrı olduğundan. Ama hatırladığım kadarıyla çoğunlukla kaybederdik. Kimi zaman bizi izleyen yüzlerce seyirci olurdu. Ve Quick Boys, Katwijk'in en iyi takımı bile değildi. Rakipleri FC Katwijk sonradan amatör kümede şampiyon olmuştu. Quick Boys-Katwijk derbisini çok kere izlemiş olan Kuyt, Everton-Liverpool derbisi karşısında korkmayacaktır.

Katwijk'te amatör futbol öyle büyük bir meşguliyet ki yerli starlar çoğu zaman profesyonel takımlara katılmaya tenezzül etmiyor. Ama Kuyt on sekizindeyken FC Utrecht ile sözleşme imzaladı. Katwijk tarzı top kontrolüyle göbekli bir denizcinin oğlu olan Kuyt'tan kimse pek bir şey beklemiyordu ama o neredeyse hemen ilk on birde forma buldu. Aslında onu Utrecht'e götüren yegane şey, yeni takım arkadaşlarının Tanrı tanımazlığı idi. ' KAtwijk'te bazı şeyler olduğu gibi kabul edilir. FC Utrecht'e geldiğimde bazı heriflerin sevgilileri ile birlikte yaşadığını , çocuk sahibi olduğunu ve ancak ondan sonra evlendiğini gördüm,'' demişti şaşkınlıkla. Premier Lig'de ne yapacağını Allah bilir.

2003 yılında daha büyük bir Hollanda takımı , Feyenoord, istemeyerek Kuyt için 1 M € ödedi. Daha yüksek bir oyun düzeyiyle başa çıkabileceğini düşünen pek fazla insan yoktu ama öngörülemeyen yükselişi sürdü : Bir yıl içinde Feyenoord'un en iyi futbolcusu olmuştu. Başarısı büyük ihtimalle Kuyt'un diğer oyunculara göre çok daha fazla çalışmasına bağlıydı. Antremanları ve maçları kendi yoğun çalışma programı içinde birer parça olarak görüyordu. Spor salonunda değilse ya da karşılacağı rakip üzerinde çalışmıyorsa, ya yaşam koçuna haftalık ziyaretini yapıyor ya şifacıya ya da fizyoterapistine gidiyordu. Bunların hiçbiri sakatlık geçirmek için değildi. Kuyt hiç sakatlanmadı. Geçtiğimiz ilkbahara dek, beş yıl bir ay boyunca Hollanda liginin hiçbir maçını kaçırmadı. Frank Lampard'ın rekorundan on bir ay daha fazla. Kuyt'un zaten insanüstü bedenini mükemmelleştirmek için doktorlara gidişi, Pamela Anderson'un göğüs implantı olması gibi. Bir örnek veriyor: '' Kısa bir süre önce doktorum kramponlarımın içine özel tabanlıklar yerleştirdi. Testler ayağımın üzerinde dosdoğru duramadığımı , bu yüzden de boynumu tamamen oynatamadığımı gösterdi. O tabanlıkları kullanmaya başladığımdan beri boynum yeniden özgürleşti. ''

Sakatlıklar bir yana, Kuyt'ta form kaybı diye bir şey de yok. Zihinsel olarak öyle kuvvetli ki neredeyse hiç kötü oynadığı olmuyor. Son dört sezonun her birinde en az yirmi lig golü var.

Kuyt, bedeninin tüm parçalarını mükemmel bir düzen içinde işleyen ve en güzel zamanını yaşayan bir adamın neşesini yansıtıyor. Golcülerin çoğu enerjilerini gol atmaya saklar. Kuyt kanatlar boyunca koşuyor ve gole giderken çalımlar atıyor. Çoğu defans oyuncusundan daha iyi savunma yaptığı gibi birçok kanat oyuncusunda da daha fazla asisti var. Top ayağına geldiğinde uzmanlığını gösteriyor ve rakiplerin kabusu oluyor.

Hiç sakatlanmadığı ve sürekli kendini geliştirdiği için Quick Boys'tan Liverpool'a kadar önlenemez bir şekilde yükselebildi. Bu, diğer futbolculara karşı bir ithamdır. Kuyt'un yükselişi, diğer meslektaşlarının , hatta ayyaş olmayanları bile potansiyellerinin altında oynadığını gösterir. Hepsi Kuyt gibi yaşasaydı, profesyonel futbol çok daha iyi bir oyun olurdu. ''Elinden gelenin en iyisini yapmak angarya değil, öyle değil mi? '' diye soruyor : '' Futbolcu olduğum için dizlerimin üzerine çöküp Tanrı'ya şükretmeliyim ve ediyorum da...''

Kuyt'un öğrenemediği tek bir şey var. Hiçbir Katwijkerli mükeml top kontrolüne sahip olamaz. Bir defasında ''Robin Van Persie'nin tekniğine sahip değilim.'' itirafında bulunmuştu. '' Ancak şu zamana kadar sahip olduğum Hollandalı yeteneklerinden en iyisi mentalite.'' Bu da onu çok ileriye götürdü: Geçen ay ölümcül hasta babası, burnunda bir tüp olduğu halde ona bir gala töreninde yılın en iyi Gollandalı futbolcusu ödülünü sundu.

Ancak bu yaz oynanan Dünya Kupası, Kuyt'un mentalitesinin bile yeterli olmayacağını gösterdi. Uluslararası futbolun dik yokuşlarına doğru ilk koşusu defans oyuncularını meşgul etmişti ancak Hollanda'nın birinci seçimi olarak santrafor oynadığı ilk maçta Portekiz karşısında başarısız oldu.

15 Ağustos'ta onunla sözleşme imzalamayı uman sayısız klüpten biri olan Newcastle'ın Teknik Direktörü Glenn Roeder, Dublin'de İrlanda-Hollanda maçını izlemişti. Hollanda'nın santraforu donuk iki gol attı. Ne yazık ki  o isim Kuyt değil, 23 yaşında ilk Milli maçına çıkan Klas-Jan Huntelaar'dı ki geçen sezon elliden fazla gol atmıştı. Huntelaar, Hollandalı santraforlar içindeki hiyerarşide Kuyt'u alt edecek son isim.

Liverpool'un yanlış Hollandalı golcüyü almış olması muhtemel. Kuyt, Anfield'da asla başarısız olmadığı için başarısız olmayacak olsa da orayı asla tam olarak da fethedemeyecek. Ancak Kuyt her zaman şüphecileri haksız çıkarmıştır. '' Kariyerim hep yukarı doğru çıkan bir çizgi. '' diyor. Hiçbir şey olmasa bile, takım arkadaşlarına koşucu olmakla ilgili bir şeyler öğretebilir.


Johan Cruyff'a ait diğer yazıyı okumak için tıklayınız.


Bu yazı Simon Kuper'in '' Futbol Adamları '' adlı kitabından alınmıştır.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Altyapı Çalışıyor : Beykan Şimşek

Çok değil, bundan 4-5 sene öncesinin klişe laflarından biriydi Fenerbahçe'nin futbolcu harcama merkezi olduğu. Kimi örnekler özelinde doğru olsa da esas olanın oyuncunun yeteneği, azmi ve uyumu gibi faktörler olduğu gözardı edildi hep. O zamanlarda bizim savunma argümanımız alt liglerden gelip formayı sırtından çıkarmayan Tuncay, Gökhan Gönül gibi isimlerdi Göhan Emreciksin, Tarık Daşgün gibi örneklere karşılık. Ancak yeni modamız Salih Uçan , Recep Niyaz ve Beykan Şimşek oldu geçtiğimiz haftadan beri.

Uzun seneler boyunca altyapıdan oyuncu yetiştiğini görmek isteyen taraftar gençlerimizin hepsine fazlasıyla kıymet veriyor. Durum benim için de böyle. Ancak benim için Beykan, Salih ve Recep'e göre biraz daha farklı yerde. Keza hikayenin diğer kahramanları Gökay , Berk Elitez , Hasan Erbey ve Okan Alkan gibi isimlerde. Sahada yeni ve genç isimler görmek çok güzel ama benim için profesyonel sözleşmeye Fenerbahçe'de erişilmesi daha da güzel. Zira bunun karşılığı Fenerbahçe'nin de eğitimci rolünü iyi üstlenmeye başladığı ki devamlılık adına bu çok önemli. Saf altyapı ürünleri bu sebeple biraz daha fazla heyecanlandırıyor beni.

Yazının konusu başlıktan ve gündemden anlaşılacağı üzere Beykan Şimşek. Kendinden emin tavırları ve ilk maçında gole ulaşması herkesi şaşırtmış ancak Beykan beni sadece oynadığı ilk A2 maçında şaşırttı desem yanlış olmaz. Onu sahada gördüğümde uzun zamandır isminden söz ettiren bu oyuncunun  neler vereceğine dair duyduğum merak ile henüz 15 yaşında bu seviyeye gelmesinin yarattığı şaşkınlık birbirine karışmıştı. Ancak çok geçmeden, ilk devre sonunda durum anlaşılır bir hal almıştı. Boyu kadar yeteneği vardı Beykan'ın.  
O yetenek aslında bugünlere kadar geleceğinin en açık kanıtıydı.

Federasyon kayıtlarına göre 2007 Eylül'ünün ortasında Fenerbahçe'li olmuş Beykan.Yani 12 yaşını bitimek üzere iken. İlk Milli formayı giydiğinde o en önde iken arkasında oynayan oyuncu tanıdık bir isim ; Recep Niyaz. Yine 51. dakika itibari ile belki ilerleyen zamanlarda çokça göreceğimiz bir senaryo gerçekleşmiş ve Salih Uçan ' da oyuna dahil olmuş. O an itibari ile Beykan , Recep ve Salih aynı anda sahada.

Salih Uçan kısa sürede yeterince dikkat çekmiş olacak ki bu Milli maçtan dört gün sonra Portekiz ile karşılacak U-15 Milli Takımı'nda o da sahaya çıkmış. Tabi ki Recep Niyaz ve Beykan Şimşek ile beraber. Portekiz'e 2-1 mağlup olan Millilerin golünü 2. Milli maçına çıkan Beykan atarken asisti kim yaptı acaba? Belki Recep, belki de Salih...

38 defa Milli olan Beykan'ın 14 tane golü var. Ancak daha ilgi çekici olan birşeyler daha var Milli maç kayıtlarında.  Aynı yaşta olan Recep ile Beykan'ın oynadığı Milli maçlarda ağırlıklı olarak skor üretme rolünü bu iki oyuncu üstlenmiş. Recep bu anlamda biraz daha önde olsa da anlamlı olan ikisinin de çubuklu giymesi olsa gerek. İkisinin de gol atıp kazandırdığı maçlar var. Ancak  linkteki kayıda bakarken hafif tebessüm etmedim değil. Gollerin tamamı bugünün umutlarından gelmiş.

 Yine federasyonun sitesine göre çubukluyu ilk olarak Fenerbahçe'ye geldiği günden iki sene sonra Beşiktaş derbisinde giymiş. Henüz 15 yaşına dahi girmemişken U-16 kategorisinde çıktığı ilk maçta golünü atmış. Dolayısı ile Bursaspor maçında attığı gol kendisi için çok şaşırtıcı değil. Zira o formasına daha ter düşmeden skor üretmeye alışık bir oyuncu. İlk maçı ve dolayısı ile ilk golünün üzerinden henüz 3 ay geçmişken iki yaş kategorisi birden atlayarak U-18 takımı ile müsabakaya çıkan Beykan bundan bir ay sonra da A2 takımı ile ilk maçına çıkmış. Bu da kendisinin beni artık şaşırtmadığını söylememin bir başka sebebidir aslında. Zira kısa sürede inanılmaz sıçramalar yaptı Beykan. Sezonu U-16 takımında bitirmesine karşın çok geçmeden, eksiklerden dolayı üst takımların kadrolarını tamamlayan oyuncu olmaktan çıkıp , Fenerbahçe formasını giydiği ilk günün bir sene sonrasında; (henüz 15 yaşını bitirmemişken) A2 kategorisinin direkt oyuncusu olmayı başardı. Arada eksiklikten dolayı yukarıya çıkartıldığı ve A2'de oynadığı maçı saymazsak , bu kadronun esas elemanı olarak başladığı sezonda da ilk maçında gol atma başarısı göstermiş olan Beykan'ın Bursa'ya attığı gol  onu tanımayanlara da tesadüf izlenimi vermekten çıkmıştır sanırım artık.

Geçmişini özetlemeye çalıştığımız Beykan'ın bugününe ve oyuncu özelliklerine gelirsek ilk olarak söylememiz gereken sanırım oyunun gidişatını her an değiştirebilecek bir yeteneğe sahip olduğu. Oyunun en durağanlaştığı dakikalarda alakasız bir şut ya da bir slalom sonrası gelen bitirici bir plase ile oyuna direkt etki edebiliyor Beykan. Bileklerine çok hakim. Rahatça adam eksiltebiliyor. Bunların yanı sıra boyuna rağmen önemli bir hava hakimiyetine sahip ki bunda da sıçrama ve zamanlama yeteneğinin payı oldukça büyük. Yine yaşı ve fiziğine göre oldukça kuvvetli olduğunu söylememiz gerek. Tüm bu sebeplerden ötürü ben kendisini ( kendisinin verdiği röportajda reddetmesine rağmen ) Rooney'e oldukça benzetiyorum. Gerek geçmişi  ( attığı goller, ilkleri ve genç yaşında kısa süre içinde katettiği aşama ) gerekse oyuncu karakteristiği ( gücü, skor değiştirme kabiliyeti, bir çok mevkide kullanılabilitesi ) bana çok paralel geliyor. Kendisi direkt bir uç elemanından daha çok tamamlayıcı bir ikinci forvet. Zamanında Kazım Kazım'ı çok beğendiğini ve örnek aldığını bildiğim Beykan'ın bu bağlamda kendisi ile daha çok benzeşen oyuncuları örnek alması bence kendisi açısından daha faydalı olacaktır.

Oyuncunun negatif özelliklerine gelecek olursak... Şenol Çorlu'nun bahsettiği üzere agresif ve kimi zaman kendisine hakim olamayan bir oyuncu Beykan. A Takım kampına alınacağı uzun süredir konuşulurken devre arasına gelmeden oynanan son A2 maçında hakeme gösterdiği tepki ve gördüğü kırmızı kart bunun örneğidir. Bazen oyun ve kendi geleceğini hiç düşünmeden anlık reaksiyonlar gösterebiliyor. Bunun yanında kimi zamanlar oyunun içinde kaybolduğunu söylemek de mümkün. Ayrıca büyük bir özgüven sahibi ki bunu olumlu ya da olumsuz anlamda değerlendirmekten ziyade bir ek bilgi olarak vermek gerekiyor sanırım. Bu konuda hatırladığım en net örnek, 3-4 kişiyi bağlayıp attığı bir gol sonrası ( sanırım A2'nin direkt oyuncusu olduğu sezonun ilk maçı olan Turgutlu müsabakası idi ) arkadaşlarının '' Messi '' yakıştırmalarına , '' O kim, böyle gol atan birileri daha mı var ki ? '' şeklinde karşılık vermesidir. Özgüven güzel şey ancak bunu kontrol etmek şart.

Beykan ile ilgili daha fazlası için aşağıdaki linklere göz atmakta fayda var;
http://www.tff.org/default.aspx?pageID=286&ftxtID=11372
http://www.haber7.com/fenerbahce/haber/981637-beykan-simsek-taum-bir-fener-urunu
http://yerdensutusttenaut.blogspot.com/2012/09/fenerbahce-karsyaka-a2-macnn-ardndan.html

Diğer altyapı değerlendirmelerimiz için ;

Hasan Erbey,Berk Elitez,Gökay İravul ve Okan Alkan'a Dair :
http://yerdensutusttenaut.blogspot.com/2010/09/giris-hasan-erbey-gokay-iravul-okan.html

Gökay İravul Üzerine :
http://yerdensutusttenaut.blogspot.com/2010/12/denizli-istanbul-hatt-1-gokay-iravul.html

Okan Alkan Üzerine :
http://yerdensutusttenaut.blogspot.com/2011/04/fenerbahcenin-genc-yetenekleri-okan.html
http://yerdensutusttenaut.blogspot.com/2011/05/fenerbahcenin-genc-yetenekleri-okan.html

23 Ocak 2013 Çarşamba

Sneijder Transferi Üzerine

Son günlerde gerek spor programlarına gerekse sosyal medyada Fenerbahçe dışında konuşulan bir konuya rastgelmek uzun süredir olmayan yazma isteğimi yeniden canlandırdı. Bir de konunun maliyet-fayda tarafından çokça bahsedilmesi var ki bu noktada yazılanlarla büyük oranda farklı düşünüyorum. Ancak buraya bağlanmadan önce Sneijder gibi bir oyuncuyu Türkiye'de 3.5 sene boyunca canlı izleyebilme fırsatını yakalamaktan ötürü mutlu olduğumu belirtmem gerek. Önemli iş başardı Galatasaray yönetimi ki bu ilk değil. Zapata'dan Muslera'ya , Mustafa Sarp'tan Melo'ya , Sabri'den Eboue'ye gelen ve Barış-Ayhan ikilisinden Selçuk-Sneijder'e uzayan bir hikaye. Çoğu kişinin '' Galatasaray'ın bu durumdan kurtulması için en az 3 senesi var. '' dediği bir ortamda biraz da saha dışı unsurların katkısı ile bence Dany hariç ortalama ya da ortalamanın altında yabancısı olmayan bir takım oldu Galatasaray. Bunun yanında gelen şampiyonluk ve hemen akabinde bence çok kolay bir gruptan zor da olsa çıkılmış olması asıl krema oldu ki şimdi Ünal Aysal'ın ''çileği'' ile pasta tamam gibi.

Sneijder gibi göz önünde bir oyuncunun nasıl bir oyuncu olup neler yapabileceğini anlatmak yanlış. Dolayısı ile olayın bu boyutunu da pas geçiyorum. Gelmek istediğim nokta Sneijder'e bağlı olarak nelerin değişeceği... Bilindiği üzere Geçen sene 4-3-3 oynadığı dönemde epeyce yıprandı Galatasaray. Akabinde Fenerbahçe maçı ile beraber geçilen 4-4-2 sistemi beraberinde sezon başlangıcının aksine çok daha temiz ve net futbol ile seyir zevki getirdi. Gerek bu sistem gerekse Fatih Terim bu anlayış içerisinde birtakım oyuncuları çok fazla ön plana çıkardı. İlk etapta sayılabilecek isimler Elmander-Selçuk ve Melo. Ancak an itibari ile temel oyun karakteristiği sebebiyle bu sistemde net şekilde yeri olmayan bir oyuncu alındı. Buna bağlı olarak iki çözüm üretilebilir. Bunlardan ilki Sneijder'i mevcut sistemden feragat etmemek adına kenara atmak diğeri ise yeni bir dizilişe gitmek. Sezonun yarısı tepede geçirilmiş ve ŞL gruplarından çıkılmışken ikinci seçeneğin uygulanması bence problemleri beraberinde getirme olasılığı yüksek bir seçenek. Ancak öbür taraftan bakıldığında oyuncuyu kaleden ve mevkisinden uzaklaştırdıkça performans almak da zorlaşacak ki olayın bir de taca çıkacak oyuncular boyutu var. Nihayetinde tek forvete dönülmesi demek bu sezon kamyonla gol atan Burak-Umut ikilisinden birinin taca çıkması ile geçen senenin yıldızı ve sistemin çok önemli bir parçası olan Elmander'in de kenarda oturması demek. Oyuncunun kenarlardan birine yerleştirilmesi durumunda ise bonservis anlamında kendisinden daha maliyetli Amrabat ya da önemli bir gelişim trendi yakalamış dışarıya çıkacak. Tüm bu sebeplerden ötürü Sneijder'in saha içinde yarar kadar zarar getireceğini düşünüyorum. Zira hepsinden ötesi, oyuncuların saha içi itibari ile tercihlere saygı göstermesi durumunda dahi 1.5 senelik baskın oyun karakterinin değişmesi durumunun köprü geçilirken ne kadar anlamlı olduğu tartışılır. Ve bence oldukça da riskli.

Bir de olayın saha dışı boyutu var elbet. Buraya da  farklı pencererelerden bakabiliriz. Sene başında geciken transferlerle ŞL'den elenen Fenerbahçe'nin alacağı paranın Galatasaray'a aktarılması ile bu transferin aslında Fenerbahçe tarafından finanse edilmiş olduğu düşüncesi veya gruplardan çıkılması sonucu elde edilen paranın böyle bir transfere aktarıldığı mantığı. İkisi de doğru ama tek başına anlamsız geliyor bana. Galatasaray'ın açıkladığı rakamlara inanmamakla beraber imza parasını maaş dışı bir paraymış gibi göstermek için üçe bölmüş olmalarını ilgi çekici buluyorum. Ama bence takım için dengeleri düşünerek yapılmış bu kurnazlık saha dışında işleyecek bir yol değil. Zira benzer problemleri Fenerbahçe'de çok yaşadı Beşiktaş'ta... Bu tip transferlerin maliyeti sadece bonservis+oyuncuya ödenen değildir. Hesap dışı kalan ama aslında çok önemli olan bir maliyet de takım içi ücretlerin yaşadığı dikey hareketliliktir. Bunun olmaması için Sneijder'in bariz şekilde en çok işi yapan adam olması gerekiyor ki burada da paraya bağlı bir beklenti söz konusu olduğundan bunun da karşılanabileceğiini düşünmüyorum. Dolayısı ile bu transferin saha dışına böyle çok ciddi ve yıkıcı bir etkide bulunma ihtimalini çok yüksek görüyorum.

Unutmadan, bir de yabancı sınırı hadisesi var tabi. Seneye muhtemelen daha da aşağıya çekilecek olan sınır da( bu da ayrı bir yazı konusu ) potansiyel bir problem Galatasaray için. Muhtemelen altyapıları olan Trabzonspor'dan Onur'u alıp Muslera'yı gönderme planı içerisindeler ancak halihazırda elde Muslera,Dany,Riera,Eboue,Melo,Sneijder,Amrabat,Elmander, ve Ujfaulusi var. Seneye sınırın daha da aşağıya çekileceğinin konuşulduğu bir ortamda  elde bu kadar fazla yabancı bulunması kimi taşları oynatacaktır.

Sözün özü ben bu transferin gerçekleşmesinden dolayı en ufak bir umutsuzluğa kapılmış değilim. Rakamları doğal bulmakla beraber transferi hemen hemen her açıdan gereksiz görüyorum.  Stoper&sol bek transferi yapılmaması da bir Fenerbahçe'li olarak gördüğüm ayrı bir güzellik tabi.
Related Posts with Thumbnails