Bu yazıyı geçen sene kazandığımız Efes serisinden sonra yazmıştım. Antu'ya koymuştum fakat bloga koyma fırsatım olmamıştı.
"Biz bir sevdanın peşinde koşarken siz rahat koltuklarınızda bizim başarısızlıklarımızı beklediniz. Yılmadan beklediniz...
Her gün farklı birini desteklediniz. Bir gün Bursalıydınız hepiniz‚ ertesi gün Trabzonsporlu‚ sonra Vakıfbank Güneş Sigortalı sonra Efes Pilsenli ve daha nicesi...
Öyle ki kendi tuttuğunuz takımları bile unuttunuz sadece bizim başarısızlıklarımızı beklediğiniz için.
Evet belki bir defa bu zevki tattınız ama artık sezon bizim için bitti‚ bizim için yorucu sezon oldu sizin için ise her gün "Fenerbahçe kaybeder" konulu rüyaya yatıp gece boyunca kabus olarak Fenerbahçe´nin şampiyonluklarını görmekti bu sezon...
Sonuçta iyi olan ve sevdasına sahip çıkan kazandı ve siz kabusunuzla başbaşa kaldınız. Daha kötüsünü söyleyeyim; bu henüz daha başlangıç. Bundan sonra her sene bir önceki senenize şükredecek duruma geleceksiniz ama kabusunuz değişmeyecek. Kabusunuz her zaman Türkiye´nin en büyük SPOR KULÜBÜ olan FENERBAHÇE OLACAK!
Hala daha anlamadıysanız günün anlam ve önemine uygun olarak şunu dinleyebilirsiniz:
"
Şimdi soruyorum, şükrettiniz mi?
18 Haziran 2011 Cumartesi
4 Haziran 2011 Cumartesi
Belçika-Türkiye Milli Maçının Ardından
Futbol klişeleri ile aram pek iyi değildir ancak hakikaten ''bir puanın dahi'' iyi sonuç sayılabileceği bir ortamda sahadan lazım olanı alarak ayrılmak başarı. Hele oynanan oyunu göz önüne getirirsek büyük başarı dahi diyebiliriz. Zira tarih boyunca eleme maçı oynayamayan ve oynanacak dakikalar ya da maçlar varken ya demoralize olup elek olan ya da maça yatmaya çalışıp eline yüzüne bulaştıran bir neslin torunlarıyız biz. Esasen bugün izlediğimiz maçta da puana yattık denilebilir gayet tabii yöntem de eleştirilebilinir. Ancak '' geleceğim '' diye bağıran ikinci gole hamle yapılmamasına karşılık, ben gelen puanı olumlu karşılıyorum. Önceden biz bunu da başaramıyorduk galiba ?
Çıkan kadroyu eleştirmek '' Alex küçük maçların adamı '' diyip üzerine '' Zico adam değil '' diye bağlayan ülkemizin futbol duayenlerinin işi. Ayağına top versen bomba diye karakola götürecek bu zihniyet elbet ne eylerse güzel eyler. Muhtemeldir de taraftarın sesi olup Sabri ve Selçuk Şahin'e sarar ki ben de tam bu noktada devreye girmek isterim. Evet, bu sezon hangi maçta oynadığını hatırlamadığım Çağlar'ın neden oynadığını bende merak ediyorum da hepsi bu. Asıl Sabri ve Selçuk üzerinden Milli Takım kurtaranlarla işim... Yahu; bahsedilen adamlar senelerce camialarına hizmet etmiş, gördükleri onlarca klup teknik direktörleri tarafından senede ortalama 25 adet maçta ilk onbire layık olmuş, Milli Takım antrenörleri tarafından da genel olarak kadroya çağrılma şerefine nail olmuş, özetle bu ülkenin '' seçkin futbolcuları '' arasına girmeyi başarmış isimler. Tamam; sağlıksız bir spor medyamız var, bunu kabul edebiliyorum. Ama taraftar olarak bizler hiç mi ders almayız? Ali Bilgin, Gökhan Emreciksin ve daha nicelerinin Anadolu'da '' Messi '' olup bu büyük camialarda tutunamamalarının sebebi hep mi antrenör, yönetim çapsızlığı olacak? Hadi bir dönem için böyle olsun. Peki bunca eleştiri ve önyargıya rağmen senelerdir buralarda barınmaya başarmaları neyin nesi bu oyuncuların? Uluslarası arenada büyük başarılara sahip onca antrenör '' kötü '' ama iki futbol izleyen herkes Mourinho ülkede. Eh, böyle devam öyleyse...
Saha içine dönecek olursak... Ben Arda Turan'a özel bir ödül verilmesi taraftarıyım. Objektif olalım; Arda Turan ne çok iyi bir pasör, ne çok iyi bir şutör. Hatta araya oynama kabiliyeti ortalamanın biraz üstü, şutu ortalama dahi diyebiliriz. Ek olarak Milli Takım performanslarının etkisiyle hızına da ortalama diyebiliriz. Ancak onun farkı zaten burada ortaya çıkıyor. Futbol sahalarında hala beyni ile oynayabilen oyuncular özel oyuncu olarak adlandırılıyor ki Arda Turan'da öyle bir oyuncu işte. Ve tabi ki tam bir ''Milli Takım oyuncusu.''
Esasen gelişimlerini başladığı yerden itibaren ilgiyle takip ettiğim çok yetenekli bir jenerasyona sahip olmalarına rağmen Belçika bize karşı oynayabilecek takım değil. Ancak hocanın yaşadığı kafa karışıklığı ve ''bir puan yeter'' anlayışı ile birleşerek oyuncuların zihin aleminde yer etmiş olacak ki epey kopuk bir Milli Takım izledik. Burak sezon performansı itibari ile ismini yazmadığınız taktirde ayıp edeceğiniz bir adam ki sahadaydı. Kazım Kazım her ne kadar istikrarlı ve formda bir sezon geçirmemiş olsa da Kompany'nin kucağına Semih'i atmaktan daha iyi bir tercihti, layıkıyla mücadele etti. Emre ve Volkan bildiğimiz gibi... Yalnız bende en büyük hayal kırıklığını kalitesine ve yeteneklerine güvendiğim Selçuk İnan yarattı. Ofansif ortasaha çıkışlı bir oyuncunun ön libero mevkisine devşirilmesi sonucunda yaşadığı mevki sıkıntısı sahada kendisini gösterir gibiydi. Zira çok yetenekli ve potansiyel şut tehlikesi olan bir oyuncu Selçuk. Ancak bugün bunları gösteremediği gibi çok ta yumuşak kaldı. Defansta üç adet çabuk sayılabilecek oyuncusu olan bir takımın defans ile ortasaha arasındaki mesafeyi ortasahaya yaklaşarak kapatmasını bekliyordum ki psikolojik olarak geriye yaslanan defansa ortasahada yarı sahaya gömülerek ; yani defansa yaklaşarak tepki verince olay Selçuk ve Emre'nin atacağı uzun toplara kalmıştı. Ancak bugün genel olarak çok koşup yorulan ortasaha oyuncularından tarz olarak kırılgan olanının tarafından pozisyon yiyerek tamamladık maçı. Selçuk'un hücum anlamında etkisi olmamasına karşın defans anlamında da oyundan düşmesi sebebiyle istenileni verememesi Sabri'yi çok zorladı. Sağımızdan gelen her atak potansiyel gol tehlikesi oldu diyebiliriz.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen çok değerli bir puan aldığımızı tekrarlıyor maçın adamı olarak Arda Turan'ı seçiyorum. Hatasız oynayarak '' hata yapsın da gülek '' diye bekleyenleri hayal kırıklığına uğratan Selçuk'un oyuna yaptığı pozitif katkıyı da çok beğendiğimi söyleyebilirim. Haddini bilip basit oynadığı sürece Selçuk Şahin bu ülkenin mevkisindeki en değerli oyunculardan biridir. Aynen Sabri gibi....
Çıkan kadroyu eleştirmek '' Alex küçük maçların adamı '' diyip üzerine '' Zico adam değil '' diye bağlayan ülkemizin futbol duayenlerinin işi. Ayağına top versen bomba diye karakola götürecek bu zihniyet elbet ne eylerse güzel eyler. Muhtemeldir de taraftarın sesi olup Sabri ve Selçuk Şahin'e sarar ki ben de tam bu noktada devreye girmek isterim. Evet, bu sezon hangi maçta oynadığını hatırlamadığım Çağlar'ın neden oynadığını bende merak ediyorum da hepsi bu. Asıl Sabri ve Selçuk üzerinden Milli Takım kurtaranlarla işim... Yahu; bahsedilen adamlar senelerce camialarına hizmet etmiş, gördükleri onlarca klup teknik direktörleri tarafından senede ortalama 25 adet maçta ilk onbire layık olmuş, Milli Takım antrenörleri tarafından da genel olarak kadroya çağrılma şerefine nail olmuş, özetle bu ülkenin '' seçkin futbolcuları '' arasına girmeyi başarmış isimler. Tamam; sağlıksız bir spor medyamız var, bunu kabul edebiliyorum. Ama taraftar olarak bizler hiç mi ders almayız? Ali Bilgin, Gökhan Emreciksin ve daha nicelerinin Anadolu'da '' Messi '' olup bu büyük camialarda tutunamamalarının sebebi hep mi antrenör, yönetim çapsızlığı olacak? Hadi bir dönem için böyle olsun. Peki bunca eleştiri ve önyargıya rağmen senelerdir buralarda barınmaya başarmaları neyin nesi bu oyuncuların? Uluslarası arenada büyük başarılara sahip onca antrenör '' kötü '' ama iki futbol izleyen herkes Mourinho ülkede. Eh, böyle devam öyleyse...
Saha içine dönecek olursak... Ben Arda Turan'a özel bir ödül verilmesi taraftarıyım. Objektif olalım; Arda Turan ne çok iyi bir pasör, ne çok iyi bir şutör. Hatta araya oynama kabiliyeti ortalamanın biraz üstü, şutu ortalama dahi diyebiliriz. Ek olarak Milli Takım performanslarının etkisiyle hızına da ortalama diyebiliriz. Ancak onun farkı zaten burada ortaya çıkıyor. Futbol sahalarında hala beyni ile oynayabilen oyuncular özel oyuncu olarak adlandırılıyor ki Arda Turan'da öyle bir oyuncu işte. Ve tabi ki tam bir ''Milli Takım oyuncusu.''
Esasen gelişimlerini başladığı yerden itibaren ilgiyle takip ettiğim çok yetenekli bir jenerasyona sahip olmalarına rağmen Belçika bize karşı oynayabilecek takım değil. Ancak hocanın yaşadığı kafa karışıklığı ve ''bir puan yeter'' anlayışı ile birleşerek oyuncuların zihin aleminde yer etmiş olacak ki epey kopuk bir Milli Takım izledik. Burak sezon performansı itibari ile ismini yazmadığınız taktirde ayıp edeceğiniz bir adam ki sahadaydı. Kazım Kazım her ne kadar istikrarlı ve formda bir sezon geçirmemiş olsa da Kompany'nin kucağına Semih'i atmaktan daha iyi bir tercihti, layıkıyla mücadele etti. Emre ve Volkan bildiğimiz gibi... Yalnız bende en büyük hayal kırıklığını kalitesine ve yeteneklerine güvendiğim Selçuk İnan yarattı. Ofansif ortasaha çıkışlı bir oyuncunun ön libero mevkisine devşirilmesi sonucunda yaşadığı mevki sıkıntısı sahada kendisini gösterir gibiydi. Zira çok yetenekli ve potansiyel şut tehlikesi olan bir oyuncu Selçuk. Ancak bugün bunları gösteremediği gibi çok ta yumuşak kaldı. Defansta üç adet çabuk sayılabilecek oyuncusu olan bir takımın defans ile ortasaha arasındaki mesafeyi ortasahaya yaklaşarak kapatmasını bekliyordum ki psikolojik olarak geriye yaslanan defansa ortasahada yarı sahaya gömülerek ; yani defansa yaklaşarak tepki verince olay Selçuk ve Emre'nin atacağı uzun toplara kalmıştı. Ancak bugün genel olarak çok koşup yorulan ortasaha oyuncularından tarz olarak kırılgan olanının tarafından pozisyon yiyerek tamamladık maçı. Selçuk'un hücum anlamında etkisi olmamasına karşın defans anlamında da oyundan düşmesi sebebiyle istenileni verememesi Sabri'yi çok zorladı. Sağımızdan gelen her atak potansiyel gol tehlikesi oldu diyebiliriz.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen çok değerli bir puan aldığımızı tekrarlıyor maçın adamı olarak Arda Turan'ı seçiyorum. Hatasız oynayarak '' hata yapsın da gülek '' diye bekleyenleri hayal kırıklığına uğratan Selçuk'un oyuna yaptığı pozitif katkıyı da çok beğendiğimi söyleyebilirim. Haddini bilip basit oynadığı sürece Selçuk Şahin bu ülkenin mevkisindeki en değerli oyunculardan biridir. Aynen Sabri gibi....
2 Haziran 2011 Perşembe
Geciken Yetenek, Rafinha.
Bayern Münih hemen her yıl olduğu gibi bu sene de kadrosuna fark yaratacak isimleri katmak istiyordu. Neuer ve geçtiğimiz sene aynı takımdan ayrılan Rafinha ile Bundesliga için fantastik bir takım olma yolunda emin adımlar ile ilerliyorlar. Bu şekilde her bölgede ligde yıldız vasıflarını taşıyan bir takıma dönüşmeleri içinde yapılacak hamle sayısı bir hayli azaldı.
Fakat şu an Almanya'da vitrinde olması sebebi ile Neuer daha büyük transfer gibi gösteriliyor, Rafinha bir miktar geride kalıyor. Almanya'da bilhassa kalecilerde ve sarışınlarda bu tarz ortamlar hep yaratılır. Alman medyası bir oyuncuyu seçer ve onu en iyi yerlere getirene kadar asla elinden bırakmaz. Türk ve türk asıllı oyuncular da bundan nasiplendiler aslında.
Fakat aynı basın zamanında Rafinha'yı hiç sevmedi. Rafinha da defalarca takımından ayrılmak istediğini, önünün açılması gerektiğini söyledikçe kendi kuyusunu tırmaladı durdu. İstemeye istemeye oynadığı futbol ile milli takımdaki yerini de kaptırdı. Genoa'da ise Cicinho gibi alışkın olmadığı bir kültürün mücadelecisi oldu. Ancak şu an Bayern gibi bir fırsat geçti eline ve Rafinha bunu en iyi şekilde kullanacaktır. Oynadığı en büyük kulübün Bayern Münih olmayacağı görüşündeyim.
1 Haziran 2011 Çarşamba
Aykut Kocaman'a Dair
Hocanın kendisininde ifade ettiği gibi ''şık'' bir şekilde görev değişikliği olmadı sene başında. Aykut Kocaman gibi bir ismin daha uygun bir ortamda göreve gelmesini beklerdik ama kısmet böyleymiş. Bir gün sonrasına dair birşeyler dahi tasarlayamadığımız Fenerbahçe'nin kendisine sunduğu ateşten gömleği giymesinden sebep, başlarda ''küçük harfler'' ile yazmaya çalıştık. Oldurabildiğimiz kadar...
Hoca hep umut dağıttı. Sık sık '' devrim '' kelimesi tekrarlandı ki Aykut Kocaman'dan değil de medyadan duymaya başladıktan sonra kıllandık haliyle. Zira o medyadan bir kişinin dahi Zico'nun hakkını teslim ettiğini hatırlamakta güçlük çekiyorum. Altan Tanrıkulu, Gürcan Bilgiç ve daha nicesi... En can alıcısı ise Deniz Barış'ı transfer eden Daum'u Lille maçından sonra '' Deniz Barış'ın stoper oynadığını Daum yeni keşfetmiş, aferin. '' şeklinde aşağılayan Gürkan Kubilay... Hemen hemen hepsi, haftalar boyunca '' Kocaman Devrime '' olan inançlarından bahsettiler ki bünye alışık olmadığından ters tepmeye başladı açıkçası. Zira efsane diye nitelendirilen oyuncusunun, camianın en büyük başarısını yakalamış hocayı başkana şikayet eden satırları dün gibi hafızalarda.
O günlerde benimde, Aykut Kocaman'ın teknik olarak Fenerbahçe'yi taşıyacak kapasitede olup olmadığına dair şüpheler taşıdığımı söyleyebilirim. Ancak başlangıçta '' Aykut Kocaman '' diyip sineye çekmiştik elbet. Fenerbahçe taraftarı da Fenerbahçe gibi nihayetinde. Efsane kontenjanından maksimize edilen tolerans, söylemler ile eylemlerin paralellik göstermemesinin ardından bir neslin gördüğü en büyük futbolcu ile yaşanan problemlerle birleşince sabır sınırları zorlanmaya başlanmıştı ki sıkıntı yaşanan tek futbolcu Alex De Souza değildi. Bana göre mevkisindeki oyuncuları sıralarken ilk 10'a mutlaka yazacağım Andre Santos ve nicesi. Sonra farkettim ki eleştirinin temeli teknik direktörlükten önce insan idaresi olmalıymış ki Aykut Hoca ilk yarı itibari ile malesef bu konuda da ciddi sıkıntılar yaşadı. Eh, kayış Yeni Malatya maçıyla koptu haliyle.
Ancak ikinci yarı itibari ile geçen sezon yazdığımız maç yazıların finalini yaptığımız cümle tekrar gözümüzde canlanmaya başladı: '' Fenerbahçe'nin olduğu yerde her zaman umut vardır. '' Bir , iki derken bir baktık ki Fenerbahçe bu işin içine girdi tekrar. O günden itibaren yazmayı aksattığım maç yazılarını yazmayı aklımdan bile geçirmedim. Ve daha bir sürü totem.. Sene sonu gelsin istedim hep, uğuru bozmayayım... Ama aslında yazılacak onlarca şey olmuştu. Biraz bahsetmek gerekirse mesela Schuster ve Hagi'nin çingeneliklerini gördükten sonra burada bir nevi günah çıkartmak; ''ne olursa olsun başımızda doğru düzgün bir adam var yahu'' yazmak istemiştim ama kısmet bugüneymiş. Evet; Aykut Kocaman hala rol model olarak ortaya koyduğu Barcelona'nın ''B'' sini sahaya yansıtabilmiş değil. Evet; Fenerbahçe normal şartlar altında ligi çok rahat şekilde şampiyon bitirmesi gereken kadrosu ile çok zorlanarak şampiyonluğa ulaştı. Ve işin zorlaşmasında gerek Alex gerekse Andre ile yaşanan sıkıntılar gibi Aykut Kocaman kaynaklı birçok faktör aktif rol oynadı. Ancak hoca bu sıkıntılı dönemlerden öyle bir başarıyla ayrıldı ki bunun sonucunda hanesinde artık '' güven '' ve '' şampiyonluk '' yazıyor. Şayet o şampiyonluk yazmasaydı da çok zor dönemde ayağa kalkan hoca ve takım 17'de 16 yaptıktan sonra ''gönlümde şampiyon olmuştur'' yazardı zaten.
Yine hocanın hakkını teslim etmemiz gereken bir konu daha var diye düşünüyorum. Birçok maçta oyuncu değişikliklerinin - ki aslında direkt Stoch tercihinin - geç kaldığını düşünüyordum. Hala da bu konuda sıkıntılar yaşandığı söylenebilir. Ancak Stochundan Guizaına, Crisinden birçok oyuncusuna kadar bu kadar geniş bir rotasyonu , yaşanan onca sıkıntıya rağmen maçlara bu kadar hazır ve motive tutmak çok zor iş. Burada aslan payı direkt hocanındır. Belirtmeden geçmek olmazdı.
Sözün özü; diyerek bir son vermek istedim ancak sözün özü Can Bartu tesislerindeki tezahüratlar olsa gerek. Umuyorum ki şuana kadar son derece isabetli gördüğüm transferlerde kısa sürede takıma uyum sağlayacak ve gelecek senede bu olumlu hava devam edecektir.
Hoca hep umut dağıttı. Sık sık '' devrim '' kelimesi tekrarlandı ki Aykut Kocaman'dan değil de medyadan duymaya başladıktan sonra kıllandık haliyle. Zira o medyadan bir kişinin dahi Zico'nun hakkını teslim ettiğini hatırlamakta güçlük çekiyorum. Altan Tanrıkulu, Gürcan Bilgiç ve daha nicesi... En can alıcısı ise Deniz Barış'ı transfer eden Daum'u Lille maçından sonra '' Deniz Barış'ın stoper oynadığını Daum yeni keşfetmiş, aferin. '' şeklinde aşağılayan Gürkan Kubilay... Hemen hemen hepsi, haftalar boyunca '' Kocaman Devrime '' olan inançlarından bahsettiler ki bünye alışık olmadığından ters tepmeye başladı açıkçası. Zira efsane diye nitelendirilen oyuncusunun, camianın en büyük başarısını yakalamış hocayı başkana şikayet eden satırları dün gibi hafızalarda.
O günlerde benimde, Aykut Kocaman'ın teknik olarak Fenerbahçe'yi taşıyacak kapasitede olup olmadığına dair şüpheler taşıdığımı söyleyebilirim. Ancak başlangıçta '' Aykut Kocaman '' diyip sineye çekmiştik elbet. Fenerbahçe taraftarı da Fenerbahçe gibi nihayetinde. Efsane kontenjanından maksimize edilen tolerans, söylemler ile eylemlerin paralellik göstermemesinin ardından bir neslin gördüğü en büyük futbolcu ile yaşanan problemlerle birleşince sabır sınırları zorlanmaya başlanmıştı ki sıkıntı yaşanan tek futbolcu Alex De Souza değildi. Bana göre mevkisindeki oyuncuları sıralarken ilk 10'a mutlaka yazacağım Andre Santos ve nicesi. Sonra farkettim ki eleştirinin temeli teknik direktörlükten önce insan idaresi olmalıymış ki Aykut Hoca ilk yarı itibari ile malesef bu konuda da ciddi sıkıntılar yaşadı. Eh, kayış Yeni Malatya maçıyla koptu haliyle.
Ancak ikinci yarı itibari ile geçen sezon yazdığımız maç yazıların finalini yaptığımız cümle tekrar gözümüzde canlanmaya başladı: '' Fenerbahçe'nin olduğu yerde her zaman umut vardır. '' Bir , iki derken bir baktık ki Fenerbahçe bu işin içine girdi tekrar. O günden itibaren yazmayı aksattığım maç yazılarını yazmayı aklımdan bile geçirmedim. Ve daha bir sürü totem.. Sene sonu gelsin istedim hep, uğuru bozmayayım... Ama aslında yazılacak onlarca şey olmuştu. Biraz bahsetmek gerekirse mesela Schuster ve Hagi'nin çingeneliklerini gördükten sonra burada bir nevi günah çıkartmak; ''ne olursa olsun başımızda doğru düzgün bir adam var yahu'' yazmak istemiştim ama kısmet bugüneymiş. Evet; Aykut Kocaman hala rol model olarak ortaya koyduğu Barcelona'nın ''B'' sini sahaya yansıtabilmiş değil. Evet; Fenerbahçe normal şartlar altında ligi çok rahat şekilde şampiyon bitirmesi gereken kadrosu ile çok zorlanarak şampiyonluğa ulaştı. Ve işin zorlaşmasında gerek Alex gerekse Andre ile yaşanan sıkıntılar gibi Aykut Kocaman kaynaklı birçok faktör aktif rol oynadı. Ancak hoca bu sıkıntılı dönemlerden öyle bir başarıyla ayrıldı ki bunun sonucunda hanesinde artık '' güven '' ve '' şampiyonluk '' yazıyor. Şayet o şampiyonluk yazmasaydı da çok zor dönemde ayağa kalkan hoca ve takım 17'de 16 yaptıktan sonra ''gönlümde şampiyon olmuştur'' yazardı zaten.
Yine hocanın hakkını teslim etmemiz gereken bir konu daha var diye düşünüyorum. Birçok maçta oyuncu değişikliklerinin - ki aslında direkt Stoch tercihinin - geç kaldığını düşünüyordum. Hala da bu konuda sıkıntılar yaşandığı söylenebilir. Ancak Stochundan Guizaına, Crisinden birçok oyuncusuna kadar bu kadar geniş bir rotasyonu , yaşanan onca sıkıntıya rağmen maçlara bu kadar hazır ve motive tutmak çok zor iş. Burada aslan payı direkt hocanındır. Belirtmeden geçmek olmazdı.
Sözün özü; diyerek bir son vermek istedim ancak sözün özü Can Bartu tesislerindeki tezahüratlar olsa gerek. Umuyorum ki şuana kadar son derece isabetli gördüğüm transferlerde kısa sürede takıma uyum sağlayacak ve gelecek senede bu olumlu hava devam edecektir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)