30 Ağustos 2012 Perşembe

Spartak Moskova Maçının Ardından

Dün maç önü yazısında ısrarla üstünde durduğum husus takımın süreye karşı mücadele ettiği bu mücadelede rakibi şaşırtacak bir anlayış ve tercihlerle başlaması gerekliliği idi. Zira Antepspor maçı çok değil, altı gün öncesinin maçı. Skor 3-0 olmasına karşın yanlış işler vardı. Düzeltilmesi gerekliliğinin yanında çok daha fazlası gerekiyordu Fenerbahçe'ye. Hırs ve istek anlamında özellikle ikinci yarının son 25 dakikalık periyodu bu anlamda tatmin edecek yeterlilikte idi. Ancak olmadı, olduramadı Fenerbahçe. Zira bence gerek tempo, gerek devamlılık gerekse teknik yeterlilik 90 dakikaya yayılmış değildi.

Dün yazdığımız yazıdan devam edelim. Defanslarının hata yapmaya çok müsait olduğundan bahsetmişiz ki son 25 dakikada nasıl telaşladıklarını ve hemen hemen her topu dışarıya vurmak zorunda kaldıklarını gördük. İşte tam bu sebeple daha farklı başlamalıydı maç. Nitekim oyun 1-0 a geldiğinde herşey için epey geç bir vakit olabilirdi.

Yine Hasan Ali ve Selçuk üzerine birkaç satır karalamıştık. Hasan Ali tıp ki ilk maçtaki gibi bu maçın da ağırlığının altında kaldı. Kötü oynaması bir tarafa, maç bariz şekilde ağır geldi Hasan'a. Selçuk hususunda da takımın hata yapma riskini düşürmek adına tercih edilmemesinin bence daha doğru bir tercih olacağını belirtmiştim. Dün belki golle sonuçlanan bir pozisyon olmadı ancak taraftar-takım bütünlüğü açısından Selçuk'a yöneltilen tepkilerin sıkıntı olduğunu düşünüyorum.

Netice itibari ile Fenerbahçe bir eleme maçını daha alt kademe Avrupa maçlarına terfi ederek bitirdi. Oyuncuların gösterdikleri kararlılık ve istek mutluluk verici ancak bunun sonuçsuz kalmasını biraz da sahadaki teknik eksikliğe bağlıyorum. Ünlü futbol filozofu(?) C.Daum'un da sölediği gibi bence ; '' şans çalışanların yanındadır. '' her zaman. Koskocaman bir 60 dakikanın Sow'a atılan ve onun indirip de en yakınındaki oyuncunun 20 metre ötesinde olması ile geçmesinin başka bir açıklamasını bulamıyorum. Spartak'ın kötü olduğu taraflar çok net belliydi ve Fenerbahçe sadece son 25 dk bunun üstüne gitme kararlılığını gösterdi. Buradan hareketle '' çok istedik ama olmadı '' argümanına sığınmak benim  dünyamda yeri olmayan bir düşünce. Zira bence Fenerbahçe Spartak Moskova gibi takımların sikletini geçeli 5 sene oldu.

Söylenecek çok da fazla birşey yok. Umarım sezon sonunda herşey taraftarın ve hocanın gönlüne göre olur. Aksi taktirde camiayı 3 Temmuz'un yarattığından daha büyük bir kaosun bekliyor. Ve bu gerçek kabak gibi ortada...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Spartak Moskova Maçına Dair

Normal şartlarda takımların oturmuş düzen ve anlayışların böyle önemli maçlar öncesinde değiştirilmemesi gerektiğine inananlardanım. Ancak gerek geçtiğimiz hafta yaşananlar gerekse Spartak Moskova'nın oyun içi düzeninden sebep Aykut Kocaman'ın basın toplantısında belirttiği üzere '' dengeli ve kontrollü '' bir oyun anlayışının bu maçta Fenerbahçe'ye olumsuz etkilerde bulunabileceğini düşünüyorum. Herşeyden önce Fenerbahçe'nin bu anlayışa uygun bir defans hattının olmaması bunu düşünmeme sebep olan en büyük etken. Tabi bunun yanında senelerdir bu oyun anlayışının en temel parçası olan Alex'in 11'de düşünülmeyecek durumda olması - ki ben olsam ben de düşünmezdim. - , bu anlayışla mücadele edilen ve süre sıkıntısı olan maçlarda alınan sonuçlar ve dakikalar ilerledikçe taraftarın da enerji ve direncinin takımı olumsuz etkilemeye çok müsait olması bu fikrimin sebeplerinden.

Ancak takım sporlarında senin kadar rakibinin de ne olduğu , neleri iyi yapıp neleri yapamadığı da önemli. Buradan hareketle bu oyun anlayışının Spartak Moskova için de ideal bir rakip düzeni olacağını düşünüyorum. Gerek Fenerbahçe maçında gerekse hafta içi izlediğim Spartak maçlarında defanslarının hata yapmaya müsait olduğunu ve özellikle sağ beklerinin gerek ofsayt çizgisini genellikle bozduğunu  gerekse atılan ters topları karşılayamadığını gördüm. Öte yandan iyi yaptıkları işe gelirsek, şayet top yapma imkanı bulurlarsa oyunu kontrol edebilecek oyuncuları olan ve defanslarının katılımı ile oyunu Fenerbahçe'den daha iyi şekilde sıkıştırabilen bir takım Spartak. İleri uçtaki Emenike'nin süratini , gezici ve yaratıcı kanat oyuncuları olan McGeady'nin tekniğini sol açıktaki Bilyaletdinov'un temposunu anlatmaya gerek yok diye düşünüyorum.

Tüm bu saydıklarımdan hareketle  aşağıdaki kadronun ideal olacağı kanaatindeyim;

Hata yapmaya müsait olan sağ beklerinin üzerinden Kuyt ile baskı yapıp ilk maçta belki de kendisini aşan sol beklerini Krasiç ile kontrol altına almak ilk etapta rakibi sıkıntıya sokacağını düşündüğüm sebepler. Bunun yanında bu kadronun saha içinde çok farklı diziliş alternatifleri yaratması ve merkezin kontrolüne sahip olabilecek yetenek ve tempo donanımına sahip olması da bir başka sebebim.



Elde ŞL'de çeyrek final oynayan Lugano-Edu ikilisi ve kanatta da Roberto Carlos olsa idi muhtemelen böyle bir anlayış fazla cesur ve gereksiz gelirdi. Ancak Hasan Ali'nin gerek Spartak gerekse Antep maçında yaptığı hatalar ve sektirdiği topların yarattığı tehlikeleri ve Yobo ile Egemen'in henüz uyum sağlama aşamasında olduklarını düşünürsek geride hata yapmamalarını beklemenin iyimser olacağını düşünüyorum. Bir de olayın '' oynayan takımın '' stoperi olma hususu da var elbet. Zira defans oyuncusu olmak yüksek konsantrasyon ve uyum gerektirir. Eğer ki geriye yaslanma ya da oyunu dengede götürme isteğiniz varsa bunun için elde çok kemik bir geri beşli olması gerekir ki o bölgenin üç oyuncusu da yeni. Dolayısı ile bu şartlarda buradan hata çıkmamasını beklemektense taraftar ile bütünleşmiş ve oyunu önde oynayan bir takımın stoperleri olarak topun geriye düştüğü anda süpürülmesini beklemek daha iyi bir tercih olacaktır.


Görüldüğü üzere ideal olduğunu düşündüğüm 11'in hücum ve defansif olarak fazlaca opsiyonu da mevcut. Yalnız burada oluşması muhtemel yanlış anlaşılmaları düzeltmek için bir ekleme yapılması gerekiyor. En başta Emenike gibi bir kontra silahı olan takıma karşı sezonu daha yeni açmış bir takımın sürekli olarak oyunu önde oynamasını beklemek hem riskli ve iyimser hem de fazla cesur olan bir tercih. Oyunu Spartak'ın kontrol edeceği zamanlarda olacaktır ki bu bağlamda rakibin hızlı hücumlarının faullerle kesilmesi ve savunma anında rakibi mümkün mertebe yerleşik şekilde karşılamanın şart olduğunu düşünüyorum. Ki bu fikrimin uygulayıcısı olan savunma ve saha içi düzeni de yukarıdaki gibi.

Cristian-Selçuk Şahin ve Mehmet Topuz-Caner Erkin tercihlerine gelirsek... Cristian klasik sezon açılış kampı sonrası Brezilyalısı görüntüsünde ve form-tempo kazanması Ekim'i bulacak gibi gözüküyor. Ek olarak bu maçta o mevkide daha fazla sertlik , hız ve opsiyona ihtiyacımız olduğu için Cristian tercihinin hatalı olacağı kanaatindeyim. Yerine oynayan Caner takımı hem 4/4/2'e hem de 4/3/3'e çevirebilecek bir oyuncu ki bu maç için sol bekte Hasan Ali'nin oynayacağı garanti olduğundan Canersiz bir 11 düşünemiyorum. Oynanan resmi maçların en istikrarlı ve iyi oyuncusu olan Selçuk'un olmamasının sebebi ise o mevkide daha fazla hız ve yer değiştirme ihtiyacı olduğunu düşünmemden. Bunun yanında her ne kadar şuana kadar oynanan maçların en iyisi Selçuk olup gerek futbolculuğunu gerekse profesyonelliğini çok beğensem de Mehmet Topal'ın hata yapma riskini daha az gördüğümden daha garanti bir tercih olacağını düşünüyorum.

Tempo, dayanıklık ve istemenin öne çıkacağı bu maçta kanat ve içteki oyuncuların takıma bu saydıklarımı ve defansif-ofansif anlamda çeşitlilik kazandırması gerekliliği ortada.  Tüm bu saydığım sebeplerden dolayı benim kafamda şekillenen onbir yukarıdaki gibi. Ancak hangi takım çıkarsa çıksın taraftarın her oyuncunun aşık olduğu ve desteklemek için para verdiği takımın ferdi olduğunu unutmaması şart. Umarım herşey istenildiği gibi gider ve bu akşamın finalinde Fenerbahçe yeniden devler ligi sahnesine döner. Maçtan sonra görüşmek üzere.

28 Ağustos 2012 Salı

Futbol Adamları 1: Johan Cruyff





''...Cruyff futboldan herkesten iyi anlardı ama aynı zamanda herşeyi herkesten iyi anladığını düşünürdü. Chicagolu bir taksiciye şehre giden en kısa yolu söylemiş, Ian Woosnam'a ritmi değiştirmesini tavsiye etmiş ve baypas ameliyatından önce, cerrahıyla operasyon yönetimini tartışmıştı. Çocuklarının doğumunda Cruyff hemşirelerin bezi takışını denetlemiş, zaman zaman da kendisi el atmıştı.

... On iki yaşında okulu bırakan bir deha olarak sık sık düşüncelerinin kelime hazinesini aştığını fark ediyordu. Son aylarda Hollanda'da Cruyff'un Felemenkçesi hakkında çeşitli bilimsel makaleler yayımlandı. Ana karakteristik özelliklerinden biri '' ben '' demek isterken sık sık '' sen '' demesi; modası geçmiş Amsterdam işçi sınıfı ifadeleri kullanması ve görünüşe göre rastgele sözcüklere eğilimli olması idi.

... Çoğu büyük filozof gibi Cruyff da görünüşteki çelişkilere hakim:
' Şans mantıksaldır. '
' İtalyanlar seni yenemez ama sen onlara yenilebilirsin. '
' Bir hatayı yapmadan önce o hayatı yapmam. '

...1979 ' da tüm parasını Basilevitch adlı Fransız-Rus bir hilekara kaptırmasında bile bir keyif vardı. Bu kış sessice kitapçılara akın eden onbinlerce Hollandalı, aslında ve veda ediyor ve özür diliyor. Cruyff'un onlara diyeceği gibi; ' Ancak anladığın zaman görmeye başlarsın. '  ''

şeklinde anlatmış Simon Cuper Sarı Fare'yi. Öldürücü dribblingleri kadar çok bahsedilen sigara aşkı ve sigaraya dair söylediği derin anlamlı sözlerini atlamış. ''Belki de kitapta çocuklara kötü örnek olacak davranışları sergilemek istememiş '' denilebilir ancak gerçekte öyle değil.

                                         

Efsane  Hollanda Milli Takımı diyince akla gelen ilk isim diğer tüm yıldızlara rağmen Sarı Fare idi. Daima saçlarını limon ile getiren yatıran efsanevi  Rinus Michels'in '' Total Futbol '' ideolojisinin sahada parlayan yüzü olan Cruyff'un lideri olduğu takım, yeni nesil Hollanda Milli Takımından farklı olmak üzere saf Hollandalılar ile 74 ve 78 Dünya Kupaları'nda ikincilik kazanmıştı. Ancak futbolun an itibari ile geçirdiği birçok değişimin gerçek mimarı olmalarından sebep aslında kazanan onlardı.
                          
1974 Hollandası Dünya Futbolunda yeni bir başlangıçtı.  Fotoğraftan da görüleceği üzere uzun saçlı, rock yıldızını andıran bir futbol takımı ile herkesin ağzında hiç gitmeyecek bir tat bırakıyorlardı. Ancak final zamanı geldiğinde Abülkerim Durmaz'ın kendisinin meşhur ettiğini iddaa ettiği Gary Lineker'in sözü bir kez daha tüm gerçekliği ile Cruyff ve hocasının yüzüne tokat gibi çarpıyordu:

 "Futbol 90 dakika süren ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur.''

Siyah beyaz forma giymiş Bayern Münih takımı oyunu domine eden Portakallar'ın elinden kupayı aldığında bu görünüşe bakılırsa Rinus Michels'in ikinci mağlubiyeti idi. 28 Mayıs 1969'da Ajax-Milan maçında catenaccio'ya boyun eğmiş olsa da yolundan ve futbol doğrularından vazgeçmemişti. Araya Sarı Faresi ile beraber bir ton şampiyonluk ve kupa kazandırmıştı. Dahası büyük bir devrim...

Sarı Fare gerçek bir yıldızdı. Ve bunu kanıtlarcasına kötü alışkanlıkları mevcuttu. Maçlardan bir gün önce arkadaşları ile sigara ve alkol alarak, kampta kumar oynayarak maça hazırlanırdı. Ajax'ta hizmetli olarak çalışan annesinin bir gün yanında getirdiği ve annesi çalışırken sahada top oynadığı sırada keşfedildiği rivayet edilen Cruyff hiç bir zaman annesinin istediği çocuk olmadı. Ama her zaman futbol dünyasının istediği bir adamdı. Van Basten'i ''yeni Cruyff'' olarak tanıtan modern futbolun prensi, Simon Cuper'in aktardığı gibi birçok ünlü söz etmiştir. Ancak bunlardan benim için en keyiflisi Jorge Valdano'ya söyledikleridir. Cruyff'un Barcelona'sı Deportivo ile oynarken Cruyff bildiği tüm numaraları ve o meşhur '' Cruyff dönüşleri '' ile sahanın mutlak hakimi. Ancak takımını ve takım arkadaşlarını yönetmenin yanında hakemi de yönetince Jorge Valdano  dayanamayıp ''düdüğü de alıp maçı yönet o halde '' mealinde bir cümle kuruyor futbol filozofuna. Cruyff ilk önce adını soruyor bu delikanlının, sonra ise yaşını. 19 cevabı alınca da Valdano'ya saha içinde mini bir ayar veriyor;

'' İnsan 19 yaşındayken Cruyff'a '' Siz '' der. ''

Para herkes gibi Cruyff içinde vazgeçilmez ve çok önemli bir enstrüman oldu her zaman.  Kendisine ilk menajer tutan oyunculardan olan Cruyff hala Barcelona için büyük bir simge. Ancak Frank Rijkaard'a göre kendisi Hollanda futbolunun da babasıdır. Evet, kendisinin sağlam bir  inancı yoktur ve bunu '' İspanya'da 22 oyuncu da istavroz çıkartıyor, eğer bir faydası olsa tüm maçlar beraber biterdi '' şeklinde alaycı şekilde ifade edebilir ancak birçok Hollandalı'ya göre o gerçek bir Futbol Tanrısıdır.

Mourinho'ya deli gömleği giydirmek isteyen ve en güzel golün boş kaleye atıldığını iddaa eden futbol filozofunun belki de en büyük başarısızlığı oğlu Jordi Cruyff'tur. Babasının adı ile Barcelona ve Manu'da oynama şerefine ulaşmış olan Jordi hiçbir zaman babasının oğlu olamadı. Ancak babası da hiçbir zaman annesinin oğlu olamamıştı.

Aksini iddaa etse de şahsi fikrim jübilesine kadar yaşadığı en büyük kabus 74 Dünya Kupası finali idi Cruyff'un. Ancak jübilesinde onu bu sefer Bayern Münih forması giymiş Almanlar bir kez daha selamladılar. Cruyff'un jübilesi için Hollanda'ya gelen Bayern Münih kafilesi ilk önce tek bir yetkilinin kendilerini karşılamaya gelmemesi devamında ise havaalanında gördükleri muameleden dolayı çok kızdılar. Ancak gariplikler bununla bitmedi. Sıradan bir otele yerleştirilen Münih kafilesi otelden dışarıya adım attıklarında halkın '' Nazi Domuzları '' hakaretleri ile karşılaştılar. Bunun diyetini sahada ödetmeye kararlı olan Almanlar Cruyff'u yeşil sahalardan 8-0 lık mağlubiyetle uğurladılar.

Yine de Cruyff abimiz konu hakkında elbet birşey söylemiştir...

Related Posts with Thumbnails