30 Kasım 2010 Salı

Barcelona:5 / Rakip Takım: Gözükmedi


Eğer, belkide Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük winnerlarından olacak bir teknik direktörün teknik direktörlük meziyetleri kadar atarlarını konuşuyorsak , Mourinho'dan bu hafta boyunca yeni birşeyler beklemek hakkımızdı. Ama o da başına geleceklerinin farkında olsa gerek; geçmişe nazaran daha sakin gibi gözükmüştü bu sefer. Belkide geçen senenin acısı yeter deyip üstüne gitmek istememişti Barcelona cephesinin. Sahada elbet sürprizleri vardı, maç sonrası konuşmak onun için daha keyifli olacaktı. Ancak geçtiğimiz sezon ona ekmek olarak, su olarak pek bir güzel döndü bu gece. ''Hazmetmesi zor olmayacak.'' cümlesi Barcelona'nın ne büyük bir sarsıntı yarattığının ispatı. Hayır, neden zor olmasın ? Madrid cephesinin bu tip sonuçlara alışmaya başlaması sebebiyle mi? Yoksa Mourinho gerçekten komaya mı girdi seçemedim...

Maçın başından itibaren Mourinho'nun sahadaki tavşanlarını aramaya başladım. İnter'in iki iç bir dış örgülü savunmasını göreceğimi tahmin ettim. Yanılmışım. Golü yiyene kadar Xabi'yi defansın içine gömerek ip gibi dizilmişti Madrid savunması yarısahasının ortasına. Dikine paslaşmalarda duvar olmak isteyen Barcelona'lı ya Madrid savunmasının kucağından çıkamıyordu ya da çıktığı halde o beşliden birisinin kendisini takip edip top aldırmamaya çalışması ile on dakikalık süreçte etkili olamıyordu.. Bu sırada Xavi, İniesta ya da Pedro'nun defans arkası sürpriz bir koşu ile gol bulabileceğini düşünmeye başlamıştım ki Xavi ip gibi savunmayı helva gibi dağıttı.


Yenilen gole rağmen oyun anlayışından vazgeçmeyen Real Madrid savunmasına ikinci darbeyi vurmak Villa'nın göreviydi. Üst düzey konsantrasyon ile oynayan ve kendisine sürekli olarak sert ve darbeli markaj uygulan stoperlerden kurtulmak için kanada çokça geldiği dakikalardan birinde ilgi alaka Villa ve Messi' de olduğu için yine unutulmaması gereken bir adam unutulmuştu. Casillas'ın hatasını da biz unutmayalım tabi.



İlk yarı bittiğinde skor tabelası 2/0 ' ı gösterse de Barcelona çok daha fazlasını oynamıştı. Mourinho başına gelecekleri tahmin etmiş olacak, bence maça başlaması gereken dizilişe dönmüştü ikinci yarı ama Lass-Özil değişikliği de yetmedi Madrid'e. Madrid'e top göstermeyerek hem sinirlerini zıplatan hem de oyun konsantrasyonlarını azaltan Barcelona ölümcül darbeyi Villa ile vurdu. Oyunun kalanı ise halısaha maçından ibaretti. Camp Mou tekrar Camp Nou olmuştu artık.

Mourinho'nun bu kadar kısa sürede sahaya İnter çıkartmasını beklemedim zira İnter'in savunma oyuncularının meziyetlerinin sadece top kazanmaktan, hava topuna çıkmaktan ibaret olmadığını geçen sene yapılan olağanüstü savunmada herkes görmüştü sanırım. Zaten Marcelo'nun oynadığı bir geri dörtlüden o işi beklemekte haksızlık. Ancak ben yine de Mourinho'dan daha dirençli bir ortasaha beklerdim. ''Bu takıma karşı ne oynayacaksın da kazanacaksın?'' demeyeceğim çünkü bu takıma karşı sahaya pek birşey koymadan kazanan bir adama bunu söylemek komik olur. Kişisel tespitim ben bu takımı bir ton hücum oyuncum varken, top oynayarakta yenerim mesajını verme isteğinin ağır bastığı. 5 aylık bir takımsan karşında sahaların tanık olduğu en muhteşem takım varsan mümkün olamazdı ki olmadı da..





Messi attığı pas ve bir iki hoş hareketi dışında beklediğim katkıyı veremedi bugün. Barcelona' nın Mourinho' ya karşı duyduğunu düşündüğüm büyük hırsın Messi'yi de sarmış olacağını düşünmüştüm. Ancak yine atamadı kendisine '' Artist(!) '' diyen Mourinho'nun takımına.




Kasımpaşalı Apaçi Selim'in kankası Ronaldo'ya girişte uygulanan muamele çok gaz yapmış olacak ki o da ayaklarından çok başka uzuvlarını çalıştırdı bu gece. Hoş, böyle bir ortamda ne oynayabilirdi orası da tartışılır.








24 Kasım 2010 Çarşamba

İnsan Olamazsın



Tebrikler Fenerbahçe. Final four geliyor final four!


Taurasi? Sana diyecek söz yok.

23 Kasım 2010 Salı

Kim Suçlu?


Fenerbahçe taraftarı... Değişik bir kitledir, yedi yaşında olanı ile yetmiş yaşında olanı hemen hemen aynıdır. Çubuklusu kutsaldır, stadı mabed. Rıdvan'ı yönetimini kırk defa yanlış yönlendirse de Rıdvan'ıdır, efsanesidir. Her sene, sezon ortasında ruhsuz yıldızlardan şikayet eder ama sezon sonunda beklenen yine Rivaldo'dur, yakın zamanda ise Ronaldinho. Anelka havuzdan çıkmaz onlara göre, Roberto Carlos Fenerbahçe'yi çok önemsemez. Ama Robinho çok şey katabilir takıma. Aslında stadı dolduran elli iki bin kişi tek bir kişidir, kolay kolay bir arada tribün yapamasalarda beklentileri açısından tek bir insan..Ama; biz kolay vazgeçebiliyor muyuz ki alışkanlıklarımızdan? Cevabınız hayırsa bekleyemeyiz tüm bunların bir anda kenara bırakılmasını. Zordur çünkü terketmek alıştıklarını. Bir de güçlü değilsen yanında başını okşayacak sana güç verecek birisi yoksa imkansız...
Gömülmeye çalışılan anlayış Alkmaar maçıyla hortlamıştı birkaç sene evvel. Sene sonunda; belki uçağına bindiği anda ''gitme!'' diye yalvaracak binlerce kişi yuhalamıştı Alex'i. Yer etmiş bir kere bünyede; zor vazgeçmek. Ancak o an bunlara karşı duracak birisi vardı kaptanını ayakta alkışlayan. Sözleşmesini yenilerken '' Alex'in burada verecek daha çok şeyi var, bunu herkes görecek'' diyen... Haklıydı, dün birkez daha haklı çıkmıştı. Ama...
Ama dün söyleyecek sözü yoktu. Çünkü sene başından beri söylüyorlardı söyleyeceklerini. Fenerbahçe'nin gerçekten spor klubü olduğunu, ilginin yoğun olduğu branştaki başarısızlığın giderilmesi için çalıştıklarını söylememişti sene başı. Daum haksızdı, kötüydü. Tıp kı Zico ve Aragones gibi. Yine cesaret edilememişti hatalarla yüzleşmeye... O da insandı nihayetinde, keza yönetimdekilerde... Alışkanlıkları vardı günah keçisi seçmek gibi. Dün hoca, bugün hem hoca hem Brezilya !

Onlarda sindiremiyordu futboldaki başarısızlıkları, bakmayın spor klubü söylemlerine; inanmıyorlardı Gamova'nın smaçlarının Trabzon'da kalenin içine girmeyen ikinci top kadar önemli olduğuna. Gözlerine uyku girmiyordu günlerce son anda kaçan şampiyonluklardan sonra. Ama amatör branşlar denilmeliydi, spor klubü denilmeliydi, Gamova-Taurasi-Lavrinoviç denilmeliydi. Hatta ve hatta Daum denilmeliydi, Zico denilmeliydi. Anti-Brezilya denilmeliydi. Yeni bir hedef lazımdı. Kendilerini aklamak için yeni hedef... Klup tarihinin lokomotif spor branşının kazandığı en büyük başarıyı Capello kazandırmıştı zaten. Zico değil... O takımın neredeyse tüm yabancıları şimdi cephe alınan Brezilyalılar değildi zaten... Kovulan tüm hocaları da Adnan Polat getirmişti Aziz Yıldırım yönetimi değil !
(Bknz: Kastamonulu Fanatik Galatasaraylı Aziz Yıldırım)

Evet, dün yine gömülmeye çalışılan anlayış hortladı yeniden. Sene başında hedef Brezilya idi çünkü... Temposuz , vurdumduymaz Brezilyalılar...

Olsun, hocanın medyadaki yakın arkadaşlarından tutun da başkanın medyadaki birinci adamına kadar herkes şikayetçi değil miydi bu Brezilyalılardan?

Aykut Kocaman sene başında altı senede bir kez şampiyon yapan oyunculardan, onların bedenlerine işlemiş kaybetme alışkanlıklarından kurtulmayacak mıydı zaten? Kafasındaki oyun planını anlatırken Brezilyalı karşıtı bir duruş sergilemiyor muydu ? Herkese böyle birşeyin olmadığını bin kere gösterme gösterme imkanına sahipken Kayseri'ye bile Bilica'sız gidip Selçuk'u stopere atması ile bunların doğru olduğunu göstermedi mi defalarca?
Gazetelerde, televizyonlarda kısacası Fenerbahçe adının geçtiği hemen hemen her platformda başkanın ve hocanın Brezilyalıları sildiği konuşulurken Alkmaar maçında sergilenen duruşun sergilenmemesinin bir amacı yok muydu zaten?

Gelinen noktaya üzülmemek elde değil. Keza zaman zaman taraftara kızmamak ta... Ancak suçlu onlar değil benim nazarımda. Medyada taraftarda ne veriyorsan onu yiyor, onu içiyor. Fenerbahçe'li olan herkeste bir Anti-Brezilya havası yaratılırken bunun karşısında durmayanlar, şuan takım içindeki en büyük değerini bin kere hedef gösterenler boş yere '' Islıklamayın'' demesinler tribünlere artık. Fayda etmez çünkü. Bilinmesini gerekiyor ki sene başından beri belkide istemsiz şekilde açılan yola girdi artık taraftar, başka birşey değil... Kimbilir; belki bizim Aykut Kocaman'ı '' Fenerbahçe gibi karışık ve büyük bir camiayı idare edemiyor, çok fazla taraftar gibi davranıyor '' şeklinde eleştirmemizde bundandır ki dün yaşananlarda ortada...
Bu arada Alex'in yuhalandığı yerde Bilica, Andre ve Cris şükretmeli ıslıklandıklarına demiş bir büyüğüm ki ben bunu Fenerbahçe adına senenin sözü ilan ediyorum kendimce. Bu ortamı sözleriyle, davranışlarıyla besleyenlere söylenecek en güzel söz bu olsa gerek...




Fenerbahçe-Bucaspor Maçının Ardından

Bu sezon Fenerbahçe Futbol Takımı ile alakalı attığım postların genellikle '' Tahmin ettiğim gibi bir maç, tahmin ettiğim gibi bir skor..'' şeklinde başladığı gözünüze çarpıyordur. Gerçekten, sezon başından beri takım beklediğimden öte oynayıp; beklediğimden farklı bir skor almamıştı dün akşamki maça kadar. Dün akşam beklentilerin aksine zorlu bir müsabaka bekliyordum ki yaşayan efsane maçı başlamadan bitirdi. Fenerbahçe adına 25. dakikadan sonra zor olan tek şey kalmıştı o da gol yememek !

Aykut Kocaman'ın sezon başında Mert'i oynatmasını zorunluluk, Okan Alkan'ı oynatmasını gösteriş olarak nitelendirmiştim kendimce. Sebeplerim; Volkan'ın bir maç sonra topa vuramıyorken kaleye geçmesi, Okan Alkan'ın hem çok sıkıntı yaratacak mevkide oynamamasından sebep oynatıldığını düşünmem hem de Gökhan'ın sakatlıklarla boğuştuğu haftalardaki zorlu maç trafiğinde birkaç hafta önce güvenilen Okan'a güvenilmemesi idi. Dün yine kısmen bir zaruretten bahsedebilecek olsakta bu sefer Gökay'ın oynamasına diyecek birşey yok. Gökay'ın fiziksel dezavantajlarının sıkıntı yaratabileceği bir mevkide Gökay ile başlamak yürek işi. Hem de takım bu denli çalkantılı bir dönemden geçerken... Aykut Kocaman'ı bu sebepten ötürü tebrik ediyorum.

Maça gelecek olursak; (bence) Fenerbahçe tarihinin en büyük 2/3 oyuncusundan biri olan Alex sonu muallakta olan bir sezonu en güzel hediyelerle geçirttiriyor bize. Medyada şahsına yöneltilen onca haksız eleştiri bir tarafa, antrenörünün sene başından itibaren kendisini her türlü elbisenin içine sokmasına, gereksiz çıkışlar yapmasına aldırmadan sadece işi ile uğraşıyor. Attığı her golden sonra, suratındaki her tebessümden sonra da acı bir tat bırakıyor izleyene... '' Sene sonu bizi neler bekliyor?''

Fenerbahçe'nin Bucaspor'dan gol yemesi gibi konularla çok ilgilenmemeye çalışıyorum. Tavsiyem sizinde bu konuyu çok irdelememeniz, zira derinlemesine düşünmeyi gerektirmeyecek kadar ortada olan bir gerçek varsa o da sezon başından beri söylediğim şey, yani Fenerbahçe'nin sahayı parselleyemediği hatta sahaya rezalet yayıldığıdır. Ligde hiç gol atamamış bir takımdan da iki gol yiyebilirsiniz, futbol bu. Bu sebeple ''bilmem kaç maçta bilmem kaç gol atmış takımdan iki gol yenilir mi?'' muhabbetine girmeyeceğim zira benim için önemli olan sene başından itibaren göremediğim saha parselizasyonu ve hala göbek oyuncularının garip şekilde orta sahada enine dizilmesidir.

Yalnız gözden kaçmaması gereken bir nokta daha var ki beni gerçekten çok şaşırtıyor. O da tüm bu defansif sıkıntılara ve bir takım gibi hareket edilememesine karşın ilk yarının seri ile bitirilmesi durumunda puan durumunda edinilecek yer... Gerçi bence Fenerbahçe futbol takımı mevcut oyuncu kalitesiyle şuan dahi ligin tepesinde olmalıdır ancak bu kadar çok sakatlığın, talihsizliğin olduğu ve değişimden bahsettiğimiz bir ortamda arka arkaya kazanılacak bir kaç maçın takımı getireceği yer gerçekten çok enteresan...

15 Kasım 2010 Pazartesi

Beşiktaş-Fenerbahçe A2 Maçının Ardından

Tatil zamanı bu maç için Nevzat Demir'in yolunu tutma niyetinde olsamda gözümü açtığımda saat 14,00'dı. Bir heves ile önce Fb Tv'yi sonrasında Bjk Tv'yi açtım aç karnıma aldırmadan... Ama Türkiye'nin güzide kluplerinin A takıma aday oyuncularının maçını vermemesine şaşırmadım tabiki.

Beşiktaş 2/1 kazanmış, aldığım habere göre golü de Beykan Şimşek atmış. Beykan önlenemez şekilde yükseliyor, en kısa sürede izleyip izlenimlerimi paylaşacağım burada. Beşiktaş kazanmış dedim, kazanan bir de ben oldum; izlemediğim Beşiktaş'ın izlediğim Fenerbahçe'den daha iyi olduğunu tahmin ederek. Daha alt yaş gruplarının daha koordine ve keyifli oynadığı bir ortamda A2 takımının A takım destekli olarak oyundan bu kadar kopuk olmasının sebebini merak etmiyor değilim. Yine de iki seneye kalmadan bu oyunu çok daha '' bilerek '' oynadığı söylenen U-18 yaş grubunun bu kademeye gelecek olmasını keyif verici.

Andre Santos'un Açıklamaları

Fenerbahçe'nin yedek klubesine hapis olan Brezilya'lı solbeki iddaalara göre ülkesindeki bir gazeteye Antep maçında oynamak istemediğini söylemiş. Sebep olarak ise Brezilya Milli Takımı ile Arjantin'e karşı oynayacağı hazırlık maçını bildirmiş. Resmi site boş durur mu, hemen Santos'un ağzından bir yalanlama metni kaleme alınmış...

Nedir; ne değildir bilemiyorum, yaptığım araştırmalarda sonuçsuz kaldı ancak yakında çıkar kokusu. Benim kişisel tespitim Kazım,Baroni,Santos&Fenerbahçe birlikteliğinin bitme noktasına geldiği yönünde. Şayet böyle bir olayın gerçekliği varsa tanıdığım Aykut Kocaman devre arasında '' Git Brezilya'da çocuklarla oyna şimdi hazırlık maçını'' der, memleketine gönderir Santos'u.

A Milli Takım Aday Kadrosu

Hazırlık maçı için çağırılan herhangi bir kadroyu eleştirmek pek adetim değildir ancak kadroyu gördüğümde yine Milli Takım aday kadrosu hususunda bazı düşünceler türedi beynimde.

Guus Hiddink Azerbeycan kayıbı ile nihayete eren ilk periyodun sonrasında yeni bir oluşuma gideceğinden, en azından hazırlık maçında yeni isimleri görmeye çalışacağından bahsetmişti. Bence bu çok doğru, yerinde bir karardı. Ancak kadrodaki birkaç yeni isim haricinde pek bir değişiklik göremediğim gibi kimi tercihleri mantık ile izah edemiyorum. Yine de altı üstü bir hazırlık maçıdır demek uğruna uğraş versem de malesef...

Orhan Gülle geçen sezon A2 maçlarında takip ettiğim son derece meziyetli, ilerleyen zamanlarda bu formayı üstünden çıkartmayacak bir oyuncu. Ancak Antep'te ne kadar oynamışta bu formaya layık görülmüş, neye göre çağırılıyor gibi sorular kafamı kurcalamıyor değil. Keza Kayseri'de ki performansı ile büyük takımların da dikkatini çeken solbek oyuncusu Hasan Ali Kaldırım'ın neden Milli Takım'da olmadığını merak etmiyor değilim. Mevlüt ya da Mehmet Topuz'u grup elemelerinde görmek dahi istemedi hoca, taktirine bırakıyorum. Ancak farklı oyuncuları görmek istiyorum dediği bir müsabakada bu iki oyuncunun olmamasını şahsen anlayamadım. Volkan, Servet, Hamit... Daha neyini görmek istiyor Hiddink acaba? Soruların cevaplarını bilen varsa beri gelsin.


KALECİLER


VOLKAN DEMİREL

FENERBAHÇE

ONUR RECEP KIVRAK

TRABZONSPOR

UFUK CEYLAN

GALATASARAY

SAVUNMA OYUNCULARI


GÖKHAN GÖNÜL

FENERBAHÇE

SABRİ SARIOĞLU

GALATASARAY

SERVET ÇETİN

GALATASARAY

SERDAR KESİMAL

KAYSERİSPOR

İBRAHİM ÖZTÜRK

BURSASPOR

ERSAN ADEM GÜLÜM

BEŞİKTAŞ

İSMAİL KÖYBAŞI

BEŞİKTAŞ

EREN AYDIN

MANİSASPOR

ORTA SAHA OYUNCULARI


HAMİT ALTINTOP

BAYERN MUNCHEN

YEKTA KURTULUŞ

KASIMPAŞA

SELÇUK İNAN

TRABZONSPOR

YİĞİT İNCEDEMİR

MANİSASPOR

ORHAN GÜLLE

GAZİANTEPSPOR

NURİ ŞAHİN

B.DORTMUND

MEHMET EKİCİ

1.FC NURNBERG

İBRAHİM AKIN

BÜYÜKŞEHİR BLD.SPOR

ENGİN BAYTAR

TRABZONSPOR

HÜCUM OYUNCULARI


BURAK YILMAZ

TRABZONSPOR

UMUT BULUT

TRABZONSPOR

KAZIM KAZIM

FENERBAHÇE

Sabotaj


Böyle bir başlık hiç adetim değildir ama... Bu yapılanın başka adı yok lugatımda. Ayıptır.

14 Kasım 2010 Pazar

El Classico'ya Doğru..

Mourinho, en el palco de El Molinón

Ve Mourinho yine kaybetmez...

Ekranların Yüz Karaları #1



Milyonları ekran başına bağlayan kanalları kimler yönetiyor?

Yazık...

Stoke-Liverpool

Stoke City 2 Liverpool 0: match report


Bir çiçekle baharın gelmediğini tek hücum gücü kullanılan uzun taçlar(!) olan bir takım karşısında anlamak... Kesik kesik izlediğim maçın hiçbir bölümünde etkili olamayan Liverpool günden güne eriyor. Roy Hodgson ise Rafael Benitez'i aratır hale geldi. Yenilen ilk golü Hıncal Uluç görmemiştir umarım. ''Çemişgezekspor bile yemez bu kadar komik bir golü'' diye giriverirdi cümleye..

Aston Villa-Manchester United

Aston Villa v Manchester United: match report


Manchester'ın geri dönüşlerine Bayern finalinden beri alışığız ancak bugün meydana gelen hadise bambaşka... 2. golü bulana kadar Manu'yu ceza sahasına gömen Villa Manu'nun şans meleklerine teslim oldu. Son zamanlarda Manchester'ı böyle ezen başka bir takım görmediğim gibi bu kadar zevkli bir maçta izlememiştim. Maçın tamamını izlemenizi önereceğim ancak muhteşem ikinci yarı varken ondan tamamen alakasız ilk yarıyı izlemek büyük eziyet...

11 Kasım 2010 Perşembe

Hiç Bitmesin















"Hakem olayla ilgili raporunu yazacak. Kötü bir hakem olduğunu söyleyemem çünkü çok berbat bir hakem. Kendisinin istatistiklerine bakmanız yeterli. Onu yargılayacak kişi ben değilim ancak genelde hakemlerin istatistiklerini incelerim. Ligde yaklaşık 50 maç yönetmiş ve 250'nin üstünde sarı kart ve 14-15 kırmızı kart göstermiş. Bu maçta ise 2 kırmızı kart 10 sarı kart gösterdi. Ben çok kötü bir hakemimdir, ama sanırım bu maçı kart göstermeden yönetirdim."

5-1 kazanılan Murcia maçında kırmızı kart gören Mourinho'nun açıklamaları...

New York'ta Beş Minare Üzerine

Girişte belirtmem gereken çok önemli iki husus var ki bunlardan önemli olanı bu yazının aşırı derecede spoiler içereceğidir. İzlemeyenler için yazının sonlarına bir toparlama yapacağım ancak üstünde yazan onca şeyi okumadan son paragrafı okumak ta zor olsa gerek. Bu sebeple filmi izlemeyenlerin bu postu es geçmelerini tavsiye ediyorum. İkinci olarak belirtmem gereken husus ise bir filmi değerlendirirken oyunculuk ve kurguyu bireyselden çok bütünsel olarak değerlendirdiğimdir. Elbette kimi oyunculardan ve sahnelerden bahsedeceğiz ancak benim için daha önemli olan filmin sonunda elimde kalanın ne olduğudur.

Filme gitmeden önce Mahsun Kırmızıgül'e - dolayısı ile filmine - yönelik en ufak bir önyargı beslemiyordum. ( Daha girişten işin rengini belli mi ettim ne? Devam efendim. ) Film iyi de olsa kötü de olsa Mahsun Kırmızıgül'ün sürekli olarak kendisi geliştirme çabasında olduğunu son altı-yedi yılını ve bu süreçten çok az daha öncesini gözümün önüne getirdip ufak bir kaşılaştırma yaptığımızda net bir şekilde anlayabiliyoruz ki önümüzde İbrahim Tatlıses vb. birçok örnek varken bu bahsettiğim takdir edilesi bir olay. Ortada başkalarının takdirine bırakılan bir iş varken olumsuz birçok eleştiri gelmesi gayet doğaldır, ancak ; ben sahnelerden perdeye geçerek büyük bir cesaret gösteren ( ki bunu çakılma riski olduğu halde büyük paralar harcayarak yaptı. ) Mahsun Kırmızıgül' e bu bahsettiğim sebepten ötürü olağandan biraz daha fazla tolerans gösteriyorum diyebilirim.

Filme gelirsek...İlk etapta fragmanlarının pazarladığı ''iş''i tam anlamıyla göremediğimi söylemem gerekiyor sanırım. Fragmanları izlediğinizde filmde göreceğinizden daha iyi bir senaryo, daha iyi bir kurgu bekliyorsunuz. Ancak filmi izledikten sonra şayet bir kez daha filmin fragmanını izlerseniz söylediğimi daha net anlayacaksınız. Şöyle ki fragman '' bu filmi kesin izlemeliyim, mükemmel bir işe benziyor.'' dedirtmesine karşın film bitiminde salondan çıkarken kafanızda birtakım soru işaretleri kalıyor. Eve gidene kadar da bu soruları cevaplamaya çalışıyorsunuz. Oysaki ben izlediğim filmlerden gayet tabi fragmanını detaylandırmasını bekliyorum. Bu konuda fragmanın filmden daha bir '' bütün '' olduğunu söyleyebiliriz zira bir fragmandan beklediğiniz çok birşey yoktur, zaten olay filmin tamamındadır. Ancak filmin tamamını elimize aldığımızda söylediğim gibi eksik kalan birçok nokta olması müthiş aksiyon sahneleri ve Haluk Bilginer'in olağanüstü oyunculuğuna rağmen ortadaki işin, tanıtım safhasında yaratılan beklentileri karşılayamamasına sebep oluyor.

Nedir bu beklentiler? Sağlam ve basit hatalardan arınmış bir senaryo, herhangi bir sorguya tabi tutulmadan bütünlüğü onaylanacak bir kurgu... Ancak izlerken düşündüklerimi film bitiminde okuyunca, bu basit hataların ve eksik kurgunun göze tahmin ettiğim derecede battığını farkettim. Bu konuda birçok örnek verilebilir ancak bir seçmece yaparsak Hacı'nın FBİ'in elinden alınması, FBİ'in Hacı'nın yanına sadece iki Türk Polis koyarak araca bindirmesi gibi gariplikler söz konusu. Yine Hacı'nın kızının izlenmesine rağmen gelinlikle babasını ziyaretinde Hacı'nın ele geçirilmeyip ortada hiç bir ipucu yokken tüm Amerikan teşkilatının bir anda Gökdelen'e çökmesi de en az operasyon bitiminde Amerika'da kendileri çalıp kendileri oynayan Türk Polislere teşekkür etmeleri kadar garip. Ama en barizi de Deccal isimli, sokakta görseniz korkudan kilitleneceğiniz karakterin dibine sokulan, filmin başlangıcında metro'da gördüğümüz polisin Deccal'in yanında olmasına karşın aranılan adamın yanında olduğu adam olduğunun haberini öldükten sonra uçurması sanırım. Eh Deccal'in zart diye yakalanıp zurt diye Hacı'nın yanına atıldıktan sonra cihad olgusunda bir de ayar yemesini söylemiyorum bile. Bu kadar sıkıntı yaratan bir adamın nasıl yakalandığını bilmek hakkımızdı ama olmadı. Unutmadan Mahsun'un babasını öldüren adamın - ki kendisi Hacı'nın abisi olur.- Mahsun'un babasını neden öldürdüğünü bilmekte hakkımızdı, ancak bunu bilmememiz ateş ettiği silahtan parmak izinin çıkmaması kadar düşündürücü oldu tabi. Kısacası böyle muhteşem bir oyuncu kadrosu ve harcanan büyük paralara karşılık koskocaman bir paragraf dolusu mantık hatası olmamalıydı. Mahsun kendisine dublaj yapar gibi durmamalıydı. Ancak tahminime göre çok uzun zamandır düşünülen ve düşünülene karşılık olarak çekilse altı-yedi saat sürecek bir filmi kısaltmak istediğiniz zaman , zamanlar arasında geçiş ve kurgu problemi yaşadığınız gibi böyle basit hatalarla da karşılaşabiliyorsunuz. Yoksa babasını kaybettiği günden beri intikam ateşiyle tutuşan bir gencin iki lafa kanmayacağını hepimiz biliyoruz.

Filmin vermek istediği mesajı verip vermediği konusuna gelirsek verdiğini söyleyebiliriz. Ancak ana fikir bu kadar göze sokulmamalıydı diye düşünüyorum. Evet, İslamiyet'i Hacı Gümüş karakteri gibi yaşayan insanlar yok değil ki başarılı bir şekilde Deccal ile Hacı Gümüş gibilerin karıştırılmaması gerektiği de ortaya konulmuş. Ancak konu bu denli aşırı bir şekilde işlenmemeliydi diye düşünüyorum. Bu mesaj kaygısı yerine bir bütünlük kaygısı yaşanıp film basit hatalardan arındırılsaydı hem izleyici '' acaba yanlış mı anladım '' diye düşünüp yer yer filmden kopmazdı hem de verilmek istenilen mesaj Hacı Gümüş'ün Deccal'e ayarı kadar kararında olurdu. Olayı futbol içi bir örnekle anlatmak gerekirse Mahsun Kırmızıgül'den Xavi inceliğinde asist beklemedim.Ancak Ümit Özat'ın sağ dışı kadar kalın bir asistte beklemedim...

Oyuncuları değerlendireceğim ancak itiraf etmek gerekir ki dikkatim daha çok Mahsun Kırmızıgül ve Mustafa Sandal üzerinde idi.Ancak Haluk Bilginer sağolsun, Doğu şivesini abarttığını düşünsem de yine muhteşem bir oyunculuk çıkartıp dikkatimi dağıtmayı başarıp kendisine bir kez daha hayran bıraktı. Yine de Mahsun Kırmızıgül'ün, kendisine yaptığı dublaj ve renksizliği gözlerden kaçmadı. Vasat bir oyunculuk sergilediğini düşünüyorum. Filmi izlerken her an dans etmeye başlayacağı korkusu duyduğum Mustafa Sandal'ı ise başarılı buldum. Yine okuduğum yorumların aksine bence rolü üzerine iyi oturmuştu.

Özet geçmek gerekirse çok geniş bir konunun basit bir sebep üzerinden işlenmesi ve o basit sebepin ne olduğunu öğrenmek için filmin sonunu beklememiz olumsuzluk olarak göze çarpsada filmin başındaki aksiyon sahnesi, genel itibari ile oyunculuklar ve sahneler(çeşitlilik bakımından) filmin güzel tarafları. Hala Mahsun'un soy ismini değiştirip polis olması nasıl filmin sonunda anlaşıldı anlamasam da filmi izlediğiniz taktirde vakit kaybı gözüyle bakmayacağınızı düşünüyorum.

He izledikten sonra; Amerika'da yaşayan, Malezya vb ülkelere giden Hacı Gümüş'ün Türkiye'de herhangi bir karakteri temsil edip etmediği sorusunun aklınıza gelip gelmediğini, Mahsun'un bu konuyu bilinçli bir şekilde kaşıyıp kaşımadığını değerlendirirseniz sevinirim.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Blog Hakkında...

Bu sıralar blogu çok boşladığımızın farkındayım. Mazeretlerden hoşlanmadığımdan bu bölümü es geçiyorum. Önümüzdeki ay daha tempolu ve yoğun bir şekilde blogu güncelleyeceğimi bildirir ay sonuna kadar yazmayı düşündüğüm, sözünü verdiğim yazıların listesini şuracığa bırakıveririm:

1-Batuhan Karadeniz röportajı ve düşündürdükleri
2-Gökay İravul portresi
3-Okan Alkan'ın önlenemez yükselişi
4-Fenerbahçe'nin genç takımları üzerine değerlendirme

Araya A2,u-18 maçları da sıkışıverir belki..
Related Posts with Thumbnails